Bir hikaye varmış. Gül ile bülbülün hikayesi. Lizzie ile Darcy’nin hikayesi. Veya paşa gönlünüz arzu ederse, tavşanla koca ayının hikayesi bile diyebiliriz. Her hikaye gibi çıkmazları olan, gecenin aniden gündüze, nehirlerin bir anda çağlayanlara dönüştüğü, bendine sığmayıp taşan bir hikaye.
Ama farklı da bir hikayeymiş aynı zamanda... Bu hikayede her şey bitti dediğimiz anda örneğin, kaybetmenin soğuk rüzgarında titreyen bedenimizi saran bir tişört olarak belirirmiş mucize kapıda. Her şey olur da bir daha “biterse”, sahip olduğumuz en kırılgan şeyi içine sakladığımız bir kutu olup çıkarmış mucize. Mucize, kapağını zapt edemediğimiz bir kutuymuş. O kutunun içinde, zamanda ütüsü bozulmadan yolculuk eden bir tişörtmüş. O tişörtün sarıp sarmaladığı yaralı, paramparça bir kalbin unufak kalmış parçalarıymış.
Hayat da bu hikaye gibidir aslında, az çok... Aşkı bulmuşsak, o şahane anlardan birine denk gelmişsek; karanlık Alman operası İtalyan’a döner. Sevdiğimizi duvarlarının gerisindeki, kutusunun içindeki gerçek hali ile - sadece suretini değil ruhunu ve kalbini - görebilecek kadar şanslıysak, kararan gökyüzü yeniden aydınlanır. Tek bir adım daha atabilme gücünü bile taşıdığımızdan artık umudu kestiğimiz anda yüreğimize ölümsüz olmaya niyet edercesine dolan o sonsuz kuvvet; sadece kendimizi değil, sevdiğimiz insanı da düştüğü uçurumun dibinden kurtarıp ayağa kaldıracak tek şeydir. Ve adı da yalnızca aşktır. Yok edilemeyen, dönüştürülemeyen, eksiltilemeyen, bölünemeyen; üzerinde herhangi işlem yapamayacağınız kadar başına buyruk ve özerk belki de tek duygu olan aşk.
Belki de bu nedenledir ki kimi gözleri kör, kulakları sağır da eder aşk zaman zaman. Kaybetmesi, o aşkı taşıyanı kendisi olmaktan eder. İçinden, orada yattığını bile bilmediği bir adam çıkarır. Yaptıklarından gurur duymayan bir adam. Hatta yapacaklarından da gurur duymayan bir adam. Ömer’in Defne’nin önünü kesip arabadan indirmeye çalıştığı için dilediği özür tamam mı herkes için? Bu özrü DE fazla bulan yoktur inşallah? O özür gelene kadar kaktüs üstüne oturmuş gibi hissedenler orayn mı peki? Benim arka taraf biraz yara bere içinde kaldı da... Defne’nin kalbiyle kıyas edilemez elbet.
Aşkından, yaşadığının gerçekliğinden şüphe etmeyen; ama yalana tahammülü olmadığı için - daha da doğrusu o kadar güçlü bir gerçekliğin içinde nasıl aynı zamanda bu kadar büyük bir yalanı da taşıyabileceğine akıl sır erdiremediği için - deliren bir adam Ömer. Aldatılmadığını bildiği halde aldatılmış hisseden, sağıyla solunu bir türlü hizaya getiremediği gönül terazisinin kör karanlığında bir yıl boyunca önce öfkesinden deliye dönen bir adam. Günler geçtikçe, birbiriyle dengelemenin imkansız olduğu şeyleri tarttığını fark eden, o terazinin aşk tarafının asla gurur tarafına karşı tartılamayacağını anlayan ama bunu çok geç anlayan bir adam.
Yazı devam ediyor...