"Gözlerin kanıma girdi girecek."
Artık Ömer ortada özrü dilenecek bir durum görmüyor. Çünkü aklının ve kalbinin terazisinde olayları tarttıktan sonra o zaten Defne’yi affetmiş. Defne’nin sırrın ortaya çıkmasından önce yaşadığı acıları, peşinen dilediği özür yahut ödediği diyet olarak kabul etmiş. Yine de Defne, Ömer’e geri dönmek istiyor olsaydı öncelikle yaşattıklarının özrünü diler, sonrasında da 1 yıl boyunca yaşadığı kırgınlığı dile getirirdi. Ancak zar zor toparlanmış Defne, kendini korumaya almışken, tüm bu sürecin sonunda şu anda onun hayatına girmek isteyen Ömer. Başlangıçta biraz ani ve destursuz bir giriş yaptı ama o hayata yeniden dahil olmaya talip olduğuna göre bunun için uğraşması çok normal. Çünkü Ömer kendi yaralarını kendi başına sarabilmişken, Defne’nin hayatı şu an yara berelerle dolu, tedaviye ihtiyacı var. “Birlikte savrulup gitmişler… Hem sevmişler hem de yaralanmışlar. Ve bir gün kral çok uzaklara gitmiş. Kızcağız ne yapsın? Yanmış, kavrulmuş… Ne hayat kalmış ne de neşe. Hep bir yanı kırık, hep bir yanı aksak, bırakmış yaşamayı.” Birini süresiz bir şekilde terk edip kendiniz hazır olunca dönüp kaldığınız yerden hiçbir şey olmamış gibi devam etmeyi talep edemezsiniz, öncelikle açtığınız yaraları sarmalısınız. Çünkü sizi hazır olma noktasına sürükleyen zamanın eli, karşı tarafı da başka yerlere çekiştirmiş olabilir pekâlâ.

“Zamanın eli değdi bize
Çoktan değişti her şey
Aynı değiliz ikimiz de…”**

Defne de Ömer de bir yıl önceki insanlar değiller artık. Ömer gitti ve o bir sene boyunca, birlikte geçirdikleri bir seneyi kendi içinde çözümledi, haklıyı haksızı yerine yerleştirip olayı aştı, kendi karakterini yumuşattı. Ama geride kalan Defne için o bir yıllık süreç; önce ret, sonra acı bir kabulleniş ve bir şekilde yeniden ayağa kalkış olarak işledi. Ki takvimler ne söylerse söylesin, Defne’nin gönül takvimine göre aldığı her nefes bir yıl gibiydi. Dolayısıyla geçen zaman Ömer’in gidişinden itibaren yepyeni sorunlar doğurdu; bu yüzden biraz daha sert bir Defne’yle muhatabız.

“Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim
Acıya duvar gibi durmayı öğrendim
Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi
Köksüz bağsız durmayı öğrendim”*

Bilmem hatırlar mısınız, Ömer Defnelerin evini satın aldığında Defne bu duruma kırılmasının nedenini korku olarak açıklamıştı. Ömer’e, iyiliğine, bundan sonra hayatın daha kolay ve güzel olmasına alışmaktan ne çok korkuyordu. Ve bir gün onu kaybederse kendi ayaklarının üstünde duramamaktan da endişeliydi. Tüm korktukları da başına geldi. Hayatının Ömer’le daha kolay ve güzel olmasına alışmışken, tam da hiç ayrılmayacaklarına ikna olmuşken yeniden terk edildi ve uzunca bir süre kendi ayakları üstünde duramadı belli ki, yatağından bile çıkamadı. Ömer bu süreçte yokluğuyla Defne’ye yeniden yalnız kalmayı öğretti. Defne de köksüz, bağsız bir vaziyette de olsa, sadece dışını canlı tutacak şekilde de olsa ayakta durmayı öğrendi. Şimdi tam da minnak İso gibi bebek adımlarıyla hayatta ilerlemeye çalışırken dengesini kaybetmekten korkuyor. “Ama kız korkmuş, kaçmış kraldan. Yeniden yanıp kavrulmaktan korkmuş. Hala deli gibi seviyormuş, seviyormuş ama kimselere de söyleyemiyormuş.”

Aynı şeyleri yaşamayacağına ikna etmek, yeniden hortlayan terk edilme travmasını tedavi etmek de Ömer’in boynunun borcudur. Çünkü dediğim gibi bir yıllık yokluğuyla bu sorunların doğuşuna yol açan ve aslında sorunsuz bir şekilde Defne’yle yeniden birlikte olmak isteyen odur. Bunu bir hınç veya intikam hırsıyla yazmıyorum. Aksine, gözünde Defne’den başka her şeyi silebilen aşkın bir getirisi olarak, olması gereken bu olduğu için yazıyorum. Talep ettiği şeyin gerçekleşmesi için öncelikle arz etmesi gereken hususlar var.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER