Kiralık Aşk izlemeyi, her bir oyuncuyu, aralara giren reklamlara kızmayı, dizi anında tüm enerjini tweetleyerek atmayı ve en çok da oturup bölüm hakkındaki düşüncelerimi ifade etmeyi çok özlemişim. Ve heyecanlıyım, uzun zaman sonra tekrar durumumu Kiralık Aşk yazıyor olarak güncellediğim için. O yüzden, şu an bu satırları okuyan herkesi özlem ve mutlulukla kucaklayarak başlıyorum.
Bir masal diyarında gibi hissetsek de gerçek hayatın göbeğindeyiz Kiralık Aşk Evreni'nde. Ve hiçbir şey masallardaki gibi kusursuz değil. Hayal ettiklerimizden farklı ama güzel. Güzel çünkü, aslolan tek şeyin Defne ve Ömer olduğunu bilerek, ekran karşısındaki yerinizi aldığınızda, acılarını bile seviyorsunuz onların. Pişmanlıklarına ve hasretlerine umutla sarılıyorsunuz. Her ne kadar mola verselerde, "DefÖm" diye bir gerçek var; üstelik kimsenin karşısında durmaya gücünün yetemeyeceği bir gerçek.
Bu hikayede Defne'ci olmak ya da Ömer'ci olmak yok aslında. Sadece "kendini daha yakın hissetmek" diye bir şey var. Çünkü hiçbir kimse Defne'yi ya da Ömer'i başkasıyla hayal edemez, etmemelidir. Bu sebeple elbette ki DefÖm'cüyüz evet. Bana sorarsanız, artık bir çoğunuzun aklında kalmış olacağı üzere, ben Ömer'e yakın durdum her zaman. Çünkü, herkes ona oyun oynarken, o her şeyden habersizdi ve acı çekiyordu. Defne de acı çekiyordu elbet ama o abisinin hayatını kurtarmak üzere seçtiği yolda karşısına çıkanları yaşıyordu. Ve bir gün Ömer çok daha büyük bir acıyla karşı karşıya gelecekti. Herkes, kendi mecburiyet ya da seçimlerinin getirdiklerini yaşarken, Ömer'in başına gelenler sadece bir dayatmaydı. Ama bu demek değil ki "Ömer'i hep haklı buldum." Ömer'in ve Defne'nin ayrı ayrı listeleri var beynimde, herkesin artısını eksisinin kendi hanesine yazdım hep. Defne'yi de anlıyorum Ömer'i de. Ve bir gün, Defne kendi seçimleri sonucunda, engel olamadığı olaylar yüzünden cereyan eden her şeye göğüs germiş ve sevdiği adamın gözlerine teslim olup, olanı biteni itiraf ederken bu yükü serbest bırakmış, sevdiği adamı kaybetmişti. Ama sevdiği adam da, sevdiğini kadını kaybetmişti. Bu atlanmaması gereken bir gerçek. "O zaman gitmeseydi." demeyin, çünkü bu kadar dile kolay gelmemeli bu söylem ve yüreğe zaten çok zor geliyor. "İyi ki gitti." demediğim gibi, "Keşke gitmeseydi." de demiyorum Ömer için, diyemem. Ve Defne... Evet, o Ömer'i terketmezdi. Çünkü onun kalbinin katı kuralları, prensipleri yoktu. Özgürdü onun ruhu. Yaşadığı onca acıya rağmen, masallarla büyüyen çocuklar kadar inanıyordu masallardaki mutlu sonlara. Ama masal henüz bitmedi ki...
Bazen kaldırırsınız tüm hislerinizi tavan arasına, sevdanızı bir kutuya koyar, kilit vurursunuz. "Bitti." dersiniz, nokta koyarsınız. Ayağa kalkar ve yürümeye devam edersiniz, hissiz bir şekilde. Gidenin kim olduğu da suçun ne olduğu da önemli değildir. Bitmiştir işte, bu kadar basittir sadeleştirdiğinizde. Ve bunca şey arasında kendinizi kandırırken siz, güçlüyü oynarken etrafınızdakilere, bir duvar yazısının karşısında bile, kendinizi, kendinize ele verirsiniz.
"Ya gelirse bir gün... Şu köşenin ardından..." Evet Defne, ya gelirse? O zaman nasıl söz geçireceksin yüreğine? Sadece çalışarak ve uyuyarak devam edebilecek misin hayatına? Gerçekten mi? Unutmak bile istemezken sen, unutmadığın yanı başındayken nasıl yaşayacaksın? Duyduğun sesin, beyninin sana oynadığı bir oyun olduğunu, gördüğün kalemin sahibinin yüzlerce insan olabileceğini düşünürken, yine tam sen düşecekken seni tutan adama nasıl kapı duvar olabileceksin?
Olunmaz. Aşkta kapı duvar olunmaz. En kapı duvar olan adamı bile pişman edip, süründüren bir şeydir aşk. Etrafındaki herkes ona oyun oynadığında, en doğru şeyi yapıp giden adamı bile, mağdur eden şeydir aşk. Aşkta gurur olmayacağını, gururundan yıllarca dedesiyle bile görüşmemiş adama öğreten şeydir, aşk. Ondan kaçarken, bir gün döndüğünde ilk onun adresine seni götürten şeydir, aşk. İçinde halletmeye çalışırken meselelerini, yine de dönüp onun anılarıyla yeni evine "Merhaba." dedirten şeydir aşk. Yine, yeniden, sonunda gülümseten tek şeydir aşk. Dünyanın en asık suratlı adamının yüzünde, tebessüm sebebidir aşk.
Ve hayat... Hakkında bir şey bile öğrenmek istemediği kişiyi, kucağına bırakıverir öyle. Kaçarken sen, ona ait her şeyden, onun bıraktığı enkazdan çıkmak için girdiğin yolda, ayağın sendelediğinde, yine onun seni düşmekten kurtarmasına sebep olur işte. Hayat böyledir. Biz planlar yaparken, başımıza gelenlerdir. Her şeyi sorgulayıp, elediğimizde, her şeyden geriye bir tek aşkı sağlam bırakır. Çünkü aşk, bu hayatta başımıza gelebilecek belkide en güzel şeydir.
Hayat hep yol ayrımlarıyla dolu. Defalarca karar veriyoruz, bir yere sapıyoruz. "Tamam benim yolum burası." diyoruz. Sonra yeniden bir çatala çıkıyor yol. Yeniden, tekrar tekrar karar vermek zorunda kalıyoruz. Sonunda, bütün bu seçimlerimiz bizi biz yapıyor.