Gültepe'nin demir parmaklıkları
Sığınma evi oldu burası da 
Demir parmaklıklar ardında yaşamaya mahkum Gültepe insanı, her biri ayrı ayrı kanıtlıyor bunu. Kimi buz gibi demir parmaklıklar ardında, kiminin ruhu sıkışmış dört duvar arasına. Ve özgürlüğünü bulmaya çalışan güvercinler gibi kendi girdabında kaybolup giden ruhlardı, Gültepe'nin üzerindeki kasvet.

 Hızlı yaşadı, genç öldü

Olmadı, yapamadı Gülümser. Birçok alternatifi vardı: Refik'in ölmesini bekleyebilirdi, havaya sıkabilirdi, illa kan çıksın diyorsa da Halil'in ölümcül bölgeye nişan almayabilirdi. Ama yapamadı, Aslında başından beri Halil'deki cesareti yoktu onda. Yapamadı çünkü cinnet anındaydı ve yıllar geçse dahi unutamayacağı en büyük hatasını yaptı. Tabii henüz yedinci bölümde başrolünü öldüren ender dizilerden biri oldu Benim Adım Gültepe. Gülümser ve Halil'in ilişkisi bariz aksıyordu dizide, eksik olan bir şeyler vardı. Belki senaryo zaten böyle planlanmıştı, belki de başka sebeplerden ötürü Halil öldü ama üzüldüm desem yalan olur. Beni üzen tek şey; İlker Kızmaz'ın bir rüzgar gibi geçip gitmesiydi.. Rest in peace Türkiye'nin en yakışıklı minibüsçüsü.. Ben helvanı kavurdum, Fatiha'nı okudum sen merak etme.

Kamu Spotu - Midyenin küçüğü makbuldür - Kamu Spotu

Yıllardır kendi gönlünü, vicdanını mahkum eden Eşref'in de gözlerindeki masmavi buğunun nedeni ortaya çıktı bu bölüm. Eşref ve Suna arasındaki yakınlaşma Midyeci Celil'in (Varol Yaşaroğlu!!) de yardım edişiyle tadında devam etti. ''Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.'' derler, Suna'nın midesinin de pek aşağı kalır yanı yok. Bu aşk doğru dozda ilerlerken gerçeküstü bir şekilde Eşref'in, Suna ve Meziyet'in konuşmasına kulak misafiri olma durumu yaşandı. (Geçen hafta da Nazlı, Seyfi'yi duymuştu.) Suna, baba evinden ayrılıp kendi ayakları üzerinde durabilse Eşref ile rahat rahat zarf atarlar birbirlerine ama..

Dizinin sorunu, son iki bölüme kadar aynı çatışmaları tekrar tekrar ajitasyon olarak yansıtması ki; aşırı dramdan patlayacak hale gelmiştik.

Bir diğer sorun ise, karakterlerin hikayelerinin birbirlerinden kopuk kopuk olmasıydı. Bu gereksiz dağınıkları bu bölümde atmaya başladılar: Takoz olayının çözülmesi, Halil'in ölmesi gibi.. Yavaş yavaş karakterlerin de yüzü güldükçe bizim de yüzümüz güler, dolayısıyla reytinglere de yansır diye düşünüyorum.

Dik dur Seyfi

Zeynep Günay Tan'ın şarkı seçimlerini özlemişim; fonda Fikret Kızılok eşliğinde, Seyfi ve Nazlı'nın mutluluğunu izlerken fark ettim. Suna'nın, Nazlı ve Seyfi ilişkisine aralarındaki seviye farkına, eğitim durumlarına dem vurarak tepki vermesini kendisinin de aynı dertlerı yaşamış olmasına, Nazlı'yı korumak istemesine bağlayabilirim. Fakat Nazlı, Çift Dikiş Seyfi'mizden daha iyisini bulamayacak ya!

Bir anda röntgenci kesiliveren Basri

Kendisine birazcık bile değer verildiğinde utanan, çekinen bir adammış Basri. Ne iyi kalpli, ne ince düşünceliymiş.. Nazlı, farkında olmadan yaptığı ufacık bir hareketle kalbine dokundu Basri'nin. Nazlı nereden bilebilirdi ki? Bilir miydi Basri'yi, anlar mıydı? Tahmin edebilir miydi Basri'nin kaybolmuşluğundan ufak bir kıvılcım çıkartabileceğini? Şimdi Basri'nin tutunduğu tek bir dal var, Nazlı'nın sıcacık eli. Ve kimse o dalın kırılmasını istemez, buna Seyfi de dahil..


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER