Sırtımda sır küfesi, kalbimde aşk!

“İnsanlar hayatta gayet dik durabilirler ama bazı zorunluklar onları alıp hiç istemedikleri karmaşık şeyler yapmak zorunda bırakabilir. İşin sizin hiç bilmediği bir yönü vardır.”

Size masallarla ilgili bir sır vereyim mi? Sindirella, Pamuk Prenses, Uyuyan Güzel... Hepsinin hikayenin başında mutsuz ya da sıradan bir hayatı vardı bile. Onlar hakkettikleri mutlu sona sadece hikayenin sonunda ulaştılar. Eğer bu prensesler ilk baştan her şeye sahip olsalardı, bir hikaye olmazdı. Peri masalları hayatları yarım kalmış iki yaralı insanın birlikte ‘bir’ olup tamamlanmaları üzerine yazılmışlardır. Bazen bu tamamlanma sürecini yaşamak için de hayat bizi hiç beklemediğimiz yerlere savurur. Dik durmak isterken her şeye karşı bir bakmışız ki ya bir kuyunun dibindeyiz ya da kendimizden hiç beklemediğimiz kadar karmakarışık işlerin içinde. Çünkü hayat yaşanarak öğrenilir, bizler Necmi’nin “Hayat çok uzun. Daha kaç kere evirileceğine ve değişeceğine sen bile şaşıracaksın.” sözleriyle dile getirdiği gibi kendi hikayemizi kendimiz yazıyoruz. Ancak hep küçükken okuduğumuz bu masalların mutlu sonunu hayal ederek.
 
Bir romantik-komedi ve Harlequin romans tutkunu olarak en sevdiğim oyunculardan biridir Audrey Hepburn. My Fair Lady ve Funny Face filmleri ise vazgeçilmezlerimdir. Bir gün onun bir röportajını okuduğumda  “Eğer dürüst olmak gerekirse, hala peri masallarını okuyorum ve hepsini çok seviyorum.” cümlesine takılmıştım. İngiliz roman yazarı C.S. Lewis de “Bir gün peri masallarını yeniden okuyacak kadar olgun olacaksın.” sözleriyle onunla aynı fikirde olduğunu ifşa etmişti. Ancak masallara olan asıl ilgimi başlatan Albert Einstein’ın bir biyografisindeki “Eğer çocuklarının zeki olmasını istiyorsan, onlara bol bol peri masallarını oku. Çünkü hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiçbir şeyin mucize oImadığını düşünmek, diğeri her şeyin mucize olduğunu düşünmek. Ayrıca hepsi bir hayat okulu gibidir.” açıklaması olmuştu. Ve işte o günden sonra çocukken en sevdiğim masalları yeniden okumaya başlamıştım, hem hayata dair yeni dersler almak hem de mucizelerin var olduğuna inanmak için. İşte kaç haftadır her yazımda alıntılar yaptığım masallara olan tutkumun sırrı budur. 52.bölümü izlerken de aklımda bir masaldan diğerine doğru yolculuğa çıktım. Ancak en çok Ömer’in bekarlığa veda partisinde dolaşıp duran Pamuk Prenses’te takıldım.

“Ayna, ayna söyle bana: Bu dünyadaki en dürüst insan kim?”


 
Andersen ve Grimm masalları arasındaki en masum ve kendi değerini fark etmeyen karakterin Pamuk Prenses olduğunu biliyor muydunuz? Bu özelliğini ise ismini aldığı kardan yani suyun ta kendisinden almıştı. Hayatı boyunca bir kere bile aynaya bakmayan prenses ne güzelliğinin farkındaydı, ne de sihirli dokunuşlarıyla insanların hayatını değiştirdiğini... Hatta kendisini ormana öldürmeye götüren avcının bile bunu yapmasını engelleyecek ya da ormanda kaybolurken karşılaştığı yedi cücelerin evlerini temizlemek karşılığında kendisini misafir etmelerini isteyecek kadar iyi kalpli. Hayatını da hep iyi kalmaya borçludur. Ancak iyi kalpli olması, hayata dair doğru adımlar attığı anlamına da gelmez. Hayat acemisi Pamuk Prenses hepimiz gibi yaşadıkça öğrenir hayatı... Ama şanslıdır, kendisine tavsiyeler verecek yedi tane cüce olmasından. Hikayede cücelerin çok sevdiğim iki tavsiyesi vardır:
 
- “Hayatta her şeyi Tanrı’dan beklememek gerekir. Bazen kendimiz harekete geçmeliyiz. Senin durumunda, artık daha geç olmadan gerçek hayata geri dönmelisiniz. Yani demek istediğim: Vaktini daha fazla harcama ve bugüne kadar yapılması gerekeni artık yap! Daha fazla saklanma. Ve kendi acımak yerine hayatına dair en doğru kararı almaya çalış.”
 
- “Işığı görmek isteyenler önce karanlıkta ilerlemeye başlamak zorundadır. Genellikle hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Ve o aradığın mutluluk bu dağların arkasında. Eğer oraya gider ve sorunlara neden olan kişilerle yüzleşirsen, sorunlarının çözümlerini de daha iyi bulursun.”

52 bölümlük Kiralık Aşk maratonunda kaç kere kendimi ekran karşısında Defne’ye bu tip tavsiyeler verirken bulduğumu tahmin edemezsiniz. Bir yanım ona sonuna kadar hak veriyordu böyle bir sır Ömer İplikçi’ye açıklanamaz diye, diğer yanım ise hiç hakketmediği için onun bu yükten kurtulmasını arzu ediyordu. Yaşadığı tüm acılara rağmen hayata hep iyi yanından bakmaya çalışan ve sürekli gülen bir Defne Topal vardı birinci bölümde karşımızda. Sakarlıklar yapmaktan çekinmeyen, düşünmeden konuşan, hiç beklenmedik anlarda esprilerden yapan, taklitleriyle herkesi güldüren ve kendi yüzünden gülümsenin hiç eksik olmadığı bir Defne! Ancak biz o mucizesini anlatırken bu Defne’nin içine girdiği oyunla hayatı dolu dolu sevmekten vazgeçmesine, dik duruşunun yavaş yavaş sırtındaki küfeyle kamburlaşmasına ve gözlerindeki ferin kaybolmasına şahit olduk. Deli gibi aşık olmasına rağmen aşkının tadını sırtındaki yük yüzünden hiçbir zaman doyasıya yaşayamayan. Hep bir burukluk içinde olan. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER