Birçoğumuz farkında
olmadan saf bir bebek olarak geldiğimiz dünyada sırtımızda her geçen gün
ağırlaşan bir küfe taşımaya başlıyoruz. Geçen hafif kambur durduğumu gören bir
doktor bana “Sen sorunlarını çözmek yerine ‘aman umurumda değil’ deyip arkaya
atıyorsun ancak bunların hepsi sırtındaki o küfede toplanarak hayata karşı dik
durmanı engelliyor” demişti. Defne’nin de yaşadığı bunun ta kendisiydi! Belki
herhangi bir sır olsaydı iç rahatlığıyla açıklardı ama karşısında keskin
düşünceleri olan bir buz şelalesi olduğundan kaybetme korkusuyla sırtındaki
yükün ağırlaşmasına izin vermişti. Hiç kendisine uygun bir hareket olmadığını
bile bile...

O da farkındaydı bambaşka
biri olmaya başladığını. Her ne kadar Serdar, Ömer’e “Benim ağabey olarak iki çift söz söylemem gerekir aslında. Hani
‘Defnemize iyi bak’ falan diye. Ama sen o kadar güzel seviyorsun ki; öyle iyi
geliyorsun ki; gözünde şimdiye kadar görmediğim bir parıltı görüyorum. Halinde,
tavrında. Senleyken çok mutlu görüyorum. Gözüm hiç arkada değil. Siz
iyileştiriyorsunuz birbirinizi. Hep de böyle devam edin.” diyerek Defne’nin ne kadar mutlu olduğunu
görse de, her boş anında sakladığı sırrı düşünerek o mutluluğa perde indiğini
biz biliyoruz. Özellikle de dede olayından sonra Neriman’a “Sizin yüzünüzden yalancının biri oldum çıktım. Ömer’e oyun oynayıp
duruyorum. Ben böyle biri değilim, tamam mı? Ben böyle olmak istemiyorum. Tek
bir istediğim bir şey var: o da Ömer ile sakin huzurlu hayat. Ama yok illa bir
dalavere, illa bir sahtekarlık. Gerçekten sizin yüzünüzden kendimden nefret
ediyorum. Ben böyle bir hayat yaşamak istemiyorum. Ben sevdiği adamı üzen kıran
ondan uzak duran bir insan olmak istiyorum.” sarf ettiği sözlerle bunu bir
kere daha ifşa etmişti.
Ama işte o korku, tüm
yaşananlara yaşanmışlıklara rağmen Defne’nin kafasında 52 bölüm sonra hala “Söylemeyeyim diyorum. Atlatamayabiliriz
bunu. Ne bileyim belki yıllar sonra, o kadar yaşanmışlıktan sonra belki de
sorun olmaktan çıkar daha kolay atlatabiliriz.” düşüncesi yaratıyordu.
Vicdanı onu sürekli dürterken, korkusu ise engel oluyordu ona. Neredeyse tüm
yazılarımda yazarım aslında Defne’nin boşuna korktuğunu, Ömer’e kendi bir gün
anlatırsa Ömer’in onu en azından başta kızsa da sonra kolayca affedeceğini
hatta bu sırrın dikenlerinin aslında çoktan yok olduğunu... Ancak bizim
gördüklerimizi ne yazık ki Defne görmüyordu. Ben sırrın çıkmasından ne kadar az
korkuyorsam, o da benim aksime ödü kopuyordu çıktığı zaman yaşanacaklardan. Bu
nedenle de sırtındaki küfe ağırlaşarak düğün gününe kadar geldi çattı.

İtiraf ediyorum sırrın bu
bölüm çıkmasını istemiyordum. Ama bu Ömer’in vereceği tepkiden korktuğum için
değil, beraber yaşadıkları bir anı artık doyasıya yaşamaya hakkettikleri
içindi. Kendimi de düşündüğümden değil. Ömer ne tepki verecek diye öyle
böğrümde bir öküzle oturmayacağım bütün yaz, çünkü bu aşkın her şeyi
aşabileceğinden de eminim. Ama işte yine de istememiştim. Ancak o vicdan öyle
bir anda gelip kendini belli eder ki, o anda anlarsın bazen bazı şeyler için
doğru zaman olmadığını bu bölüm bunu bir kere daha anladım. Hani Şükrü abi
demişti ya, “Ömer beyi paramparça
etmeyecek bir anda söyle” diye. Öyle bir an yoktu aslında. Bu gerçek er ya
da geç çıktığında paramparça edecekti.
Yazının başında da
söylediğim gibi herkesin kendi hayat hikayesini yazar. Defne de hayatının
aşkıyla tertemiz “bir” olacakları bir geleceğe hazırlanırken kendi vicdanıyla
en beklenmedik anda karşı karşıya kaldı. “Bu kadar zaman bekledikten sonra
düğün gününde tam da yürürken mi bunu yaptın Defne?” demek gelirdi içimden ama
kızamadım. Kaybetme korkusuyla vicdanı arasında verdiği savaşta sevdiği erkeğe
verdiği değerin kazanmasına da şaşırmadım. Eğer bir kadın karşısında ona düğün günü
“Bundan sonra hayatımız böyle olacak.
Bütün bu kalabalık dağıldıktan sonra biz kalacağız, ikimiz. Hayatımız boyunca
birlikte olacağız. Aynı günü, aynı geceyi, aynı ömrü paylaşacağız birlikte.
Mutluluk ve güvenle... yıllar geçecek, eskimeden, eksilmeden yaşayacağız. Yine
birlikte. Ve ben hala kendimi şanslı hissediyor olacağım yanımda sen olduğun
için. Senle bir olabildiğim için. İyi ki varsın!” sözlerini söyleyecek bir
prensi bulacak kadar şanslıysa, bu prensin de bu yola giderken her şeyi en
doğru şekilde bilmek hakkıydı. Hani 50.bölümün sonunda “her iki taraf da haklı
olamaz” demişti ya Ömer, bu dizi sayesinde herkesin bazen haklı olabileceğine
milyonlarca kez şahit oluyoruz.