Kıssadan hisse...

● O imzaların atılmasını istiyorum ben. Müsaadenizle, onu da hayal ediyorum. Bu hikayenin, önce bir olup, sonra parçalanıp, sonra eskisinden bile daha sıkı bir bütün olabilmeyi hak ettiğini düşünüyorum zira. Gözden uzak olanın gönülden de ırak olup olmadığı ile sınanmak istemiyorum ben; çünkü sınanacak çok şey var. Ömer ile Defne’nin o evde, sebze sularının sıkıldığı o mutfakta, Çin yemeklerinin yendiği o yatakta, vişneli dolmaların sarıldığı o bahçede, Milena’ya mektupların okunduğu o deri koltukta, adamın kadının ilhamı ile dolup taştığı o çalışma odasında, “parçalarım sonunda yerine oturdu” diye gerim gerinen o tablonun önündeki merdivenlerin aşağısında ve yukarısında yaşadığını hayal ediyorum, yaşayacakları her ne varsa.   

● El ele tutuşup önlerindeki sonsuz aydınlığa bakan Ömer ve Defne’yi de hayal ediyorum mesela, belki iki, belki üç kişi; zira bana bunu da hayal etmem söyleniyor. Bana kalsa ben Ömer’in zamanında Defne’yi kapıda sıkıştırıp “tamam, bir sakin duralım” dediği türden bir sakinlik hayal ediyorum aslında; ama biliyorum da, sakinlik onların pek uğramadığı bir liman. Bebeği bilemiyorum, onu aklımda bir ihtimal olarak tutmam gerektiğini bilmek dışında. 

● Anneyi bekliyorum ve de. Yüksek yüksek tepelere ev kurduklarında, aşrı aşrı memleketten özleminin çıkageldiği anneyi. Ömer’in bağışlayıcılığı gibi Defne’nin affediciliğinin de sınanacağı zamanları. 

● Bölümün genelindeki skeçvari atmosferin, hiç birinde ciddi kalamadığım tüm o kavga gürültünün arasına serpiştirilmiş anlardan bir seçki yapmak gerekirse, İso’yla Sadri ustaya bakmak lazım gibi geliyor bana. Zira Kiralık yazısının kalktığı tek yer aşk değil, önce  o mahalleye sonra da İso’nun günlüne taşınacak bir “muhtemel aşk.”

● Zamanında “asla söylemeyeceksin” deyip mektup yutan, ama gelinlik denerken “sır ne olacak, söyleyecek misin?” diyen Nihan’ı da anlıyorum, çünkü bazen odadaki tabancayı en yakın arkadaş taşımak zorunda kalır. 

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER