Mutlu olmak. Kiralık Aşk sezon finalinin - veya benim deyimimle - çek çek bitmeyen bir tespih gibi art arda dizilmiş ‘bi takım şakalar komiklikler’ bölümünün - içine ne kadar çok minik minik mutluluk serpiştirildiğini fark ettiniz mi? Ama yüzlere serpilen mutluluk anlarından bahsetmiyorum sadece. Serdar’la Ömer’in konuşmasından bahsediyorum mesela. Ömer’in anne ve babasının mezarı başında söylediği – ve bir kısmını da söylemeyip içinden geçirdiği – cümlelerinden bahsediyorum. Her şeyin üstünde olan aşktan, “her şeye yetmez” denilen ama yeten sevgiden bahsediyorum. Güzel sevmekten, iyi gelmekten, birbirini çok mutlu etmekten ve onunlayken çok mutlu olmaktan bahsediyorum. Ehlileştirmekten, sakinleştirmekten, “iyileştirmekten” bahsediyorum.
“Mutluluğun iyi edemediğini iyileştirebilecek ilaç yoktur” der Gabriel Garcia Marquez. Bunu söylediği roman, anne baba sevgisinden yoksun büyümüş ve hak etmediği yükleri taşıya taşıya örselendiği acımasız hayatın içinde, onu iyileştirecek aşka denk gelmiş zapt edilmez kızıl saçları olan bir kızın hikayesini anlatan Aşk ve Öbür Cinler’dir.
Mutluluk iyi eder. İyileştirir. Sakinleştir. Ehlileştirir. Bana buraya bir şey ekle derseniz; “o saf mutluluk duygusu, yastığa başınızı koyduğunuzda hissettiğiniz ve o yastıktan başınızı kaldırdığınızda hissedebileceğiniz tüm acıların, tüm kırgınlıkların, tüm umutsuzlukların önüne geçer, çünkü hepsinden daha büyüktür” derim. Mutluluk her şeyden önemlidir; çünkü o hayatın taşlı topraklı yolunda bindiğiniz tüm freni tutmayan araçların varıp varabileceği son duraktır derim. İnsanın sadece mutlu olduğu yer yuvasıdır; ve mutsuzken eksik, mutsuzken kırık, mutsuzken yoksul, öksüz, yetimdir derim.
Gözlerimi kapıyorum. Ve tüm duyduklarından sonra sevdiği kadına bakarken henüz bir şey söylemeyen adamın da gözlerini kapadığını hayal ediyorum. Sevdiği kadına ilk kez “ne yaptın sen bana?” dediği anda, “bu kitabı bana sen mi aldın?” dediği anda, onun için korka korka “bana mı kızmış?” dediği anda içinden geçen tüm duyguların milyonlarca kez o gözlerden geçeceğini hayal ediyorum. Onu üzen, aldatan, kıran tüm insanlara bir bir bakan gözlerin, “aşk” ile "öbür tüm cin”leri; bencillikleri, hinlikleri, basiretsizlikleri birbirinden ayırt edebileceğini hayal ediyorum. O gözlerin sonunda, ne kadar kire, ne kadar maraza, ne kadar hastalığa bulanmış olursa olsun sonunda çırılçıplak ve tertemiz kalacak olan gerçeği göreceğini; çünkü bir kez mutlu olanın artık gerçeği görmeden edemeyeceğini hayal ediyorum. Ömer İplikçi’nin ne yapacağını bilmiyorum ben, ama günün sonunda ne göreceğini sanrım biliyorum.
Yazı devam ediyor...