Ve fakat mahalleden de aşktan da “Kiralık” tabelası kalkmıştır bir kere. Kadın adama gerçeği açmış, bir nevi kendini uçurumdan atmıştır. Aylardır o uçurumun çevresinde “ve beni hala sev, neden olduğunu bilmeden” diye sayıklaya sayıklaya, kayıp bir ruh gibi dolaşan adama; onun bu duasının aynısını sonunda kendisi etmiştir kadın.  

Nefes alırsınız, yaşarsınız, devam edersiniz. 
Ve hala dua edersiniz, gerçekleşeceğini bilmeden. 

***

Buradan sonra ihtimaller sayısız. Seçenekler sınırsız. Tahmin edilebilir zemin, benim üç beş hafta öncesine kadar bile bekleyeceğim kadar sağlam değil, çünkü o zemin bugün geldiğimiz noktaya kadar itinayla sarsıldı. Bilerek ve isteyerek. Sadece Ömer’in değil, benim aklımın da dehlizleri gibi bilinmedik tonla olasılık dolu. 

Örneğin, bir noktada Ömer İplikçi’nin “yaşadıklarının bir oyunla başladığını” aslında bildiğini ummak isteyen ben; bir başka noktada Ömer İplikçi’nin “yaşadıklarının bir oyunla başladığını” bilse bile, bunu kaldırabilecek kadar sevginin derinine artık indiğine inanmış olan ben, bugün itibariyle Ömer İplikçi’in nihayet “yaşadıklarının bir oyunla başladığını” öğrendiğinde vereceği tepkiyi kestirmekte zorlanıyorum. Çünkü izlediğim Ömer; aşktan sonra hala alabildiğine keskin kalmış dikenlerini önce çıkararak; sonra da o dikenlerin içinde dolaşırken paramparça ettiği kalpleri onararak; bana yüzlerce ihtimal hediye ediyor. Onun için ne kalacak diyebiliyorum, ne gidecek diyebiliyorum. Aylar süreceğini bildiğim bir rüyaya yattım şu an, ve bu rüyada her şey mümkün. Ve bu yüzden alabildiğine güzel. 

Kişi gerçeği kalbiyle görür,” demiş Antonie de Saint-exupery Küçük Prens’te. “Esas olan gözle görülemeyendir.” Ömer için esas olan da, aşkın kör etmediği, aksine açtığı gözleriyle, yani gönül gözü ile gördükleri. Veya görecekleri. Henüz gördüğünü mü, yoksa zamanla göreceğini mi bile anlayamadığımız gözleri. Yaşadığı sarsıntının etkisi bir sis perdesi, ince bir buğu gibi üstüne çöken; ve her birinden çok şey okunup aslında hiç bir şey okunmayan o iki siyah göz. Bana göre her zamanki kadar siyah bile değil. Bir zamanlar, en mutlu olmayı beklediği bir anda, karşısında onu hayatta en mutsuz etmiş tüm anların timsali olan dedesini bulan Ömer’in gözleri gibi hınç dolu değil. Öfke dolu, kin dolu değil. Soru işareti dolu. Sakinlik dolu. Bilinmezlik dolu. İhtimal dolu yani. 


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER