Ömer’in bu hafta Alp ve
Şebnem’in konusuna karşı hareketleri aslında bir nevi “Bekara karı boşamak
kolaydır” durumu oldu. Empati yapmak hayatta hoş güzeldir. Ama ne kadar empati
yaparsan yap, bazı olayları yaşamadan ne yapacağını bu kadar net bir şekilde
belirtmek imkansızdır. Hele ortadaki Ömer’inki gibi bir durum olduğunda. Bu
bölüm konuşan Ömer o şehirdeki evi temsil eden sert, soğuk, ciddi Ömer’di...
Oysaki bu Ömer artık aşk denilen o muhteşem duyguyu iliklerine kadar yaşadı ve
yaşamaya devam ediyor. Hem de öyle bir aşık ki; Fikret Gallo’ya “Defne’yi seviyorum, hem de çok! Aramızda
çok başka bir şey var. Bana hayatta başka bir şey düşündürmeyen. Aklımı
başından alan. Bana derin derin nefes aldıran bir şey. Defne artık benim içiM!
Şu anda burada olmaması bile huzursuz ediyor beni. Çok özlüyorum onu her an...”
ve Sinan’a ise “Bak bence aşk ne
biliyor musun? Birini görürsün ve dersinki ‘ben bundan sonra bu insanı görmeden
yaşayamam.” Evlilik sevgililik hepsi hikaye. Onu görmeden yaşayabiliyor musun?
Onsuz nefes alabilirim diyebiliyor musun kendine? Hiç bunları sordun mu?”
diyebilecek kadar romantik.

Üstelik romantizmde öyle
bir noktaya gelmiş ki o soğuk buz şelalesi Ömer kendisi doğum günlerini
umursamazken sevdiği kadını mest etmek üzerine her ne kadar biz hepsine şahit
olamadıysak da sürpriz üstüne sürpriz hazırladı. Daha 2.bölümde sahildeki
kampanya çekiminde etkilendiği Defne için çizdiği ayakkabıyı geldi 45 bölüm sonra
doğum günü hediyesi olarak önümüze koydu. Hem de çok önceleri ondan
hoşlandığını ve onun hangi ayakkabıyı giydiğini bile hayal ettiğini söylemekten
çekinmeyerek. Beyaz atlı sinyor İplikçi’miz romantizmi bununla da sınırlı
kalmıyor. Sabah Defne’ye almaya geldiğinde “Ne de güzeliz böyle sabah Defne’si.
Gel seni içime çekeyim.” diyebiliyor. Çünkü Ömer, Defne olmadan nefes
alamayacak durumda. Nasıl Ömer, Defne’nin eksik yanlarını tamamlıyorsa; Defne
onun pusulası, dalga kıranı, nefesi... Çiftlik evindeyken bile yanında Defne
olmadığı için huzursuz olan Ömer’in Alp gibi kendi sırrıyla karşı karşıya
kaldığında şimdiki bir tepki vermesi o yüzden pek de mümkün değil. Evet, Ömer
değişti diyoruz. Ama değişen sadece Defne’nin yanındaki Ömer. Defne’nin gördüğü
ve bildiği biri... Asıl Ömer hala aynı. Hayata bakış açısı, kuralları,
prensipleri... Bu bölüm de sanki olaylardan hiç etkilenmemiş gibi katı durarak
doğrucu Davut’luğu da işte o herkesin bildiği Ömer olarak yaptı. Ama ne zamanki
Alp’e anlattı, onun da o içindeki duygular ortaya çıktı. Odasında tek başına
uzanıp dertli dertli düşünmeye başladı. O anda aklında neler dönüyordu (Şimdi
hepinizin aklından oyunu düşündüğü geçiyordu. Valla ben oyunu kesinlikle
bilmediğine inanan ekiptenim.) acaba Defne kapısını çalana kadar.
“Kapı açık, gel sevgilim
gel...”
7.bölümde dağ evine
kaçtığında Sadri ustasına “Bugüne kadar kapılarımı hep kapalı tuttum. Kendi
dünyamda yaşadım. Kimseye ihtiyaç duymadan. Kendimle yetinerek.” demişti.
Ustanın cevabı ise “Şimdi o gizli dünyanın kapıları açılıyor diyorsun, hem de
senin iznin olmadan.” O günden bu yana köprünün altından o kadar su geçti ki;
Ömer, Defne’ye karşı kapılarını kapalı tutmuyor. Hatta Defne’nin yanlış yerde
tutabileceği bir anahtara bile ihtiyacı yok girmek için içeri. O her ne kadar
hala kapıyı tıklayıp “girebilir miyim” dese de, o kapı kendisine sonuna kadar
açık. Kilitler yok o kalpte. O kilitler olmadığı için de tüm bölüm Alp’in
bilmesi gerektiğini savunan o sert, soğuk ve net düşünceleri olan Ömer, Defne
kendisine “Sen olsaydın? İptal eder
miydin düğünü? Sevdiğinden yani benden vazgeçer miydin?” diye sorduğunda
aynı şekilde net bir cevap veremiyor: “Bilmem.
Yani senden vazgeçmek deyince, imkansız geliyor kulağa.”

İşte bence Ömer’in asıl
tepkisi Defne ile ilk odada konuştuğu zaman anlattığında değil, bu cümlenin
içerisinde saklı “Senden vazgeçmek
deyince, imkansız geliyor kulağa...” İşte hayat öyle kurallar ve doğrular
üzerine olmuyor Ömer beycim, sen doğruyu söyledin belki kararı onlara bıraktın
ama konu aşk olduğunda doğrular pek de geçerli değil. Bazen sırlar saklanıyor,
düşünceler dile gelmiyor, kapalı kapılar ardında oyunlar oynanıyor. Kaybetme
korkusundan, sevdiğini üzmemek adına... Ömer de sürekli gitmek istemesine
rağmen gidememişti. Hep kalmıştı. Sırlara ve Defne’nin o deli eden
gel-git’lerine rağmen kalmıştı. (Her ne kadar ben kendisinin şu anda da bir sır
olmasına rağmen kaldığını sansam da meğerse durum pek öyle değilmiş. Ömer
sırrın çözüldüğünü sanıp sadece ne olduğunu öğrenmemeyi seçmiş. Bu konuda hayal
kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim.) Ve benim gördüğüm, izlediğim ve her
bölüm aşkı için yaptıklarıyla gözlerimden kalpler fışkırmasını sağlayan beyaz
atlı Ömer İplikçi’nin asıl gerçek ortaya çıktığında bahsettiği gibi sert
olamayacağına hala eminim. Bu bölüm tek yapılan bence izleyiciyi hafifçe
korkutmaktı. Sonuçta Ömer ile Defne’den vazgeçmenin düşüncesi Defne’de olduğu
gibi bizde de kalbimiz duracak gibi bir hisse neden oluyor. Ancak ben o hissi
yaşamayı reddediyorum. Neriman İplikçi gibi bir kadın bile Defne ile Ömer düğün
mekanını gezdikten sonra havuz başında sarılırken onlara hayran hayran bakıp bu
aşkı kabul ettiyse; o aşkı hiçbir sır yok edemez. Sonuçta zaten hala Alp ile
Şebnem’in neler yaşayacağını da bilmiyoruz değil mi? Necmi’nin dediği gibi
düğünün iptal olması her şeyin bittiği anlamına gelmiyor: “Bakarsınız ileride tekrar barışırlar, birbirlerini affederler,
yeniden evlenmeye karar verirler, biz bu sefer gerçekten evlendiğini
görüyoruz.” Ah Necmi amcacım sen de benim gibi Polyanna’sın ne çok sevindim
anlatamam. Sonuçta Defne’nin de dile getirdiği Alp’in Şebnem’i ne kadar
sevdiğini görmedik daha. Ömer gerçeği söyledi ancak bunun altında kalkıp
kalkamayacakları aşklarının gücünü gösterecek. Defne ile Ömer’in aşkının gücü
bunu kaldıracak güçte bundan o kadar eminim ki... Sizlerin de olumlu düşünmesi
için kefil olabilirim.