Elden ele dolaşan mektubun
geriliminden ziyade elbette ki güzel ve duygu yüklü barışmaları tercih ederim.
Geçtiğimiz haftanın odağı olan ve o kadar kafa karıştıran terastaki kavga
sonucunda hiçbir sorun çözülmedi aslında. O tartışmada söylenen sözlerin, temeldeki
korkuların, Ömer’in kusursuzluğunun Defne üzerindeki yıpratıcı etkisinin ve
Defne’nin koyduğu mesafelerin Ömer’i kırmasının hiç konuşulmaması, olayın biraz
havada kaldığı hissini verse de aslında o terastaki kavganın tek çözümü oyunu
anlatmaktı. Çünkü tüm o “suçlamaların” temeli oydu ve “konuşarak”
barışmalarının tek yolu buydu. Ama anlatılmayacağını biliyoruz. Oyun
anlatılamayacağına göre barışma da anca “karşı koyamama” sonucu olabilirdi.
Koriş’in de fosforlu kalemlerle altını çizerek Ömer’e hatırlattığı “Defne
güzelliği” sayesinde, mantık irade kuvvet sevince pek işlemedi. Bir özür dilemek aklına geldi neyse ki. Karavanın içine giremedik, hatta pencereye yansıyan gölgeler bile göremedik.
Ama bilmek için her zaman görmek gerekmez. Tenlerin konuşarak problemi
çözdüğünü "hissetmek" yetiyor zaten.
Gerçi Neriman’la Koriş’in
kavuşması Defne ile Ömer’inkinden daha duygu yüklüydü resmen. Bir ara
flashbackler hiç bitmeyecek sansam da kısa sürede barışmalarına çok sevindim.
Neticede onlar çamaşır ipiyle mandal, şarapla tirbuşon gibiler. Bir de “kavuşma
anına” eklenen fon müziği kimin aklına geldiyse gerçekten takdir ediyorum.
Üşenmedim, araştırdım buldum. “A Tale of
Sorrow and Sadness” adlı, 1977 yapımı bir Japon filminin müziğiymiş.
Gerçekten de adına uygun bir şekilde üzüntü ve kederi yansıtıyor. Takdir edilmesi gereken bir diğer kişi de yönetmenimiz. Elçin Sangu’nun gözündeki
rahatsızlığı mümkün olduğunca kamufle ederek, burnunun dibine girmeden ama karakterin
tüm hislerini de vererek aktardı bize Defne karakterini. İş bilenin kılıç kuşananın demişler!
Benim küçük sevgilim...
Uydurulmuş özel günleri, yapay
yıldönümlerini sevmem. Hele de gül yaprakları, mum ışıkları eşliğinde
kutlanıyorsa… Bana göre kutlanmaya değer tek önemli gün sevdiğim birinin doğum
günüdür. O gün ona özeldir, o hayata geldiği için hayat da size göre daha
özeldir. Bu nedenle kutlanmayı hak eder. Tam da Defne’nin hiç doğmayıp, bir
ağacın dalında yetiştiğinden şüphelenmeye başlamışken, doğum günü; çocukluk
anılarıyla, tüm yaşanmışlıklarıyla kondu önümüze.
O doğum günü sürprizi hiç Ömerlik bir hareket değildi.
Olmadığı, balonların o koskoca Maserati ile büyük bir tezat sergilemesinden
belliydi. Ömer gibi bir adama balonla sürpriz yapılmaz elbette. Ama o balonlar
Defne’ye alınır, görüntü olarak Ömer’e hiç uymasa da, fazlasıyla “ponçik” gelse
de alınır. Çünkü günün öznesi Defne’dir ve o minnak kız nasıl mutlu olacaksa o
yapılır. O sürpriz Defne’nin içindeki yaralı kız çocuğunu çok mutlu etti. Benim
de yüzümde güller açtığını inkar edemem. Ömer’in kornayla gelişini müjdelemesi,
romantik komedilerin ağa babası
Pretty
Woman’ın sonunda Edward’ın arabasıyla gelip Vivien’ın kapısında korna
çalmasını anımsattı bana. Sonuçta Defne de
“özel
bir kadın”.;) Kapı önüne çıkıp o balonları gördüğünde de aklıma direkt
Up filmi geldi. Belli ki o araba, o
balonlar sayesinde uçup, sürpriz niyetine onları bambaşka diyarlara götürecek. Belki
denize şişe içinde bırakılan dilekler gibi, Defne de umutlarını o uçan
balonlara yükleyip semaya salacak.