Derler ki; “Eğer aklını kaybetmediysen, kalbini asla
dinlememişsindir.”
Akıl ve aşk... Bizi
yönlendiren hayattaki en büyük iki güç. Ama ne yazık ki melek ile şeytan
misali, ikisi aynı yerde tutmak imkansızdır. Sonuçta aşk verilen bir karar
değildir, sadece başa gelendir. Aşk ile bir kere tanıştın mı ise aklını yavaş
yavaş kaybetmeye başlarsın. Bir tarafımız “çok hızlı gidiyorsun lütfen yavaşla”
derken, diğer tarafımız ise 200 km’yi görmesine rağmen gaza basar. Tek bir
amacı vardır: Nefesini kesen anlar yaşamak. Bir yandan şeytanı, bir yandan da
meleği dinler dururuz. Tarafımızı seçmemiz gerekir. Ve sonunda eğer
hissettiğimiz duygular çok yoğunsa, kazanan her daim aşk olur! Tarih boyunca da
bu hep böyle olmuştur. Akıl ile aşkın girdiği savaşta aklın kazandığına pek
rastlanmaz. Bu nedenle aşk ve akıl arasındaki bu savaş bir sürü düşünürün en
sevdiği malzemedir.
Konfüçyüs “Aşık olduğunda aklını koruyabilen mutludur”
derken; Antoine Bret ise“Aşkın
gelişi, aklın gidişidir.” demekten çekinmez. Hatta bununla da sınırlı
kalmaz: “Aşkın ilk soluğu, mantığın son
soluğudur” diye ekler. Ancak en iddialı açıklamayı Platon yapar: “Aşk, ciddi bir akıl hastalığıdır.” Benimse
tüm bu sözler arasında en sevdiğim ünlü yazar Yates’inkidir: “Aşka mantık ile yaklaşanlar, aşık
olamazlar.”
Aşk deli işidir...
Mantığıyla hareket etmek isteyenlerin uzak durması gereken bir duygudur. Tıpkı
bir zamanların Ömer İplikçi’si gibi. Gecenin karanlığında bir bankta
kendisinden bir sır sakladığı için Defne’ye kırgın olan bu adamı hatırlayalım
mı biraz? Defne’nin ona sorununu anlatmamasına kırılan ve ardından yalan
söylemesiyle darmaduman olan Sinyor İplikçi ardı ardına Defne’nin kalbine batan
cümleleri sıralamıştı:
“Ben insanlara güvenmek üzere kurmadım hayatımı.
Ben sadece kendime güvenirim. Ama sen şimdi iki kişi olmaktan bahsediyorsun.”
Her daim mantığıyla
hareket eden ve ailesini kaybettiği günden beri duygularıyla hareket etmeyi
kendine yasaklayan Ömer; ilk kez 2. Bölümde kendini Defne’yi düşünürken bulup
Şükrü abiye “aklım başımda değil” diyerek duyguları olduğunu hatırlamıştı. Daha
sonra ise farkında olmadan duygularının peşinden gitmişti. Ama ne zamanki
duygularını takip ettiğinde üzüldüğünü fark etmişti, hemen kalkanlarını geri
kaldırarak mantığını devreye sokmuştu. “Güvenmiyorum” kelimesi çok rahat
çıkmıştı ağzından. Mantık kazanmıştı!
Ama işte diyorum ya; bir
kere aşk denilen o menem şeyi kaptırdıysan kendini dönüşü yok bu yolun. Ne
güzel demişti bu bölüm İso: “Virüs
gibi... Mafya gibi... Bir girdin mi çıkamıyorsun? Durup dururken kendini
harlayan bir ateş.” Aferin İso’m benim çözmüşsün bu duygunun gücünü. Ancak
bazı şeyleri anlamak için yaşamak lazım. Ömer, o gün banktan kalkıp giderken
mantığıyla her şeyin üstesinden geleceğini sanmıştı. Ne zamanki Defne’siz
kaldı, başladı kendini sorgulamaya. Ve Kiralık Aşk’ta akıl ile mantığın savaşı
24.bölümün ilk saniyeleriyle resmen başlamıştı!
Beyazlar içinde iki adam.
Biri aşkı temsil ediyor, diğeri mantığı... Ellerinde kılıçlar centilmence
savaşıyorlar. Fonda ise bir şiir;
“Sevme beni göze güzel gözüken görkemim için,
Sevindiren gözüm ya da yüzüm için,
Ne de dışardan görünen hiçbir şeyim için:
Hayır, bir kalp için de değil değişmeyen!
Çünkü bunlar bozulabilir ve hastalanabilir:
Ayrılırsak biz ikimiz.
Sakla, gerçek bir kadın gözünü, onun için,
Ve beni hâla sev, neden olduğunu bilmeden!
Sebebin böylece yine aynı kalır
Hep benim üzerime düşmek için.”
Ardından bir tanesi
düşüyor yere, kazananın kim olduğunu tahmin etmek ise bizlere kalıyor. Ve
uyanıyor Sinyor İplikçi... Kafasında “Acaba ben yanlış mı yaptım”
düşünceleriyle yattığı yatağında gördüğü rüyanın etkisiyle güne başlıyor. Üstelik
bu kafa karışıklığında ona çok tanıdık bir şarkı eşlik ediyor:
“Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye... Kimse bilmez Kimse bilmez....”
KOZMİK TESADÜF
Ne tesadüf değil mi bu
bölüm Ömer’in Defne’nin yine kendisinden bir şey sakladığını öğrendiğinde bu
şarkının yeniden çalması? Üstelik bu sefer kendisi Defne’ye kızmak ve
“güvenmiyorum” demek yerine ona hiç kırılmadan elinden tutup en son yalnız
kaldıkları yere götürmüştü. Neriman’ın “onun
için hayattaki en önemli şey işi” sözlerinin aksine Defne için bir
günlüğüne işe bile gitmeyen Ömer İplikçi; 45. bölüm mantığıyla aşkı arasındaki
savaşa son verdi. Defne’nin kızacağını bile bile evi satın alarak kazanan
tarafın resmen AŞK olduğunu herkese kanıtlamış oldu!
Aslında Ömer, Defne ona
bir daha hiç gitmemek üzere geldiğinde ustaya “Ben bir tercih yaptım. Hayat kısa. Defne’yi daha zorlamak istemiyorum”
diyerek bu savaşta kimin kazanacağını biraz belli etmişti. Zamanında sarf
ettiği “İnsan nasıl da birine bağımlı
haline geliyor. Nuh gibi çakıyorsun aklına. Açıyorsun avucunu, koyuyorsun
kalbini içine, sonra ne yaparsa yapsın ellerindesin. Onun merhametine
kalıyorsun ve bu da zor geliyor.” sözlerinin aksine ucunda acı çekmek varsa
bile kalbini Defne’nin avuçlarında bırakmaya karar vermişti. Ama nedense ben bu
savaşın bittiğine pek de emin olmamıştım. Şimdi ise Ömer ilk kez mantığını alt
etmiş, tamamen duygularıyla hareket etmişti.
Aşk denilen şey için
boşuna özlü sözler söylemiyor yazarlar, düşünürler… Her biri klişe duvar
yazıları gibi dursa da aslında onların arkasında yaşanmışlıklar var. Shakespeare
de herhalde Ömer ile aynı yollardan geçti ki; “Aşık gözleriyle bakmaz, duygularıyla bakar” demiş.