Ne kadar ilginç değil mi?
Defne’nin tüm güvensizliklerinin en büyük nedeni Neriman’ken bu bölüm aşkına
tam anlamıyla güvenmesini sağlayan da yine ta kendisi oldu. Onun zamanında “sen kim, Ömer kim” ya da “Ömer benim yarattığım Defne’ye aşık oldu”
gibi sözlerinden dolayı Defne hiçbir zaman Ömer’in aşkından tam olarak
emin
olamamıştı. Üstüne bir de onu çok sevmesine rağmen terk eden anne-baba
faktörünü koyduğun zaman Defne’nin aşka ve sevgiye olan güveni sıfırın
altındaydı. Onu çok iyi anlıyorum. Hayatta seni koşulsuz seven
insanların sevgisi bile kalmaları için yeterli olmazken, Ömer'in aşkının
kalıcı olduğundan nasıl emin olabilirdi ki? Ömer aşkıyla bu güveni inşa
etse bile içten içten hafif bir şüphe
onu kemiriyordu. Belki de Gallo, İso’nu da dediği gibi inceden bir
intihan için
iyi bir fırsattı. Sonuçta “Aşkta
jandarmalık olmaz. Onun etrafındakilerini ayıklamayacaksın, o seni seçecek, her
şeye rağmen, herkese rağmen...”
Ekran başında Defne’nin
böyle bir iddiaya girmesini eleştirenler çok oldu. Hatta Nero gibi manyak
diyenler de... Ama bu eleştirilere de en güzel cevabı yine Defo’nun ta kendisi
verdi: “Manyak değilim? Bilmek istedim,
öğrenmek istedim. Sonuçta Ömer beni seçmeli, ben aradaki insanları
ayırmamalıyım. Bu ego değil. Ama aşk korkusuz olmalı, gözü arkada olmamalı,
güvenmeli. Ben de güveniyorum ama yine de emin olmak istedim.” İlk kez
birine hak veren Nero gibi siz de ona hak verdiniz değil mi? O da istemeden girmişti zaten böyle bir
iddianın içerisine. Sonuçta bazen öyle bir an olur ki elinde başka şansın
olmaz. Özellikle karşında hayatta her şeyden çok sevdiğin nişanlın için “Ben Ömer’den çok hoşlanıyorum. Hatta daha
fazlası... Sen ona yalan söyledin, bu nedenle bir şansım olduğunu inanıyorum.
Sen de karşımda böyle bağırıp korktuğun için daha fazla umutlanıyorum,” diyen
biri olunca insan bazen istemediği bir yerde kendini bulabiliyor. Ama bence
zaten bu pek bir iddia sayılmazdı. Sadece Defne ona şansını denemesi için bir
fırsat sunacaktı.
Çok kalıplaşmış aşk
sözlerinden biri vardır ya; “Eğer birini
seviyorsan serbest bırak, dönerse senin dönmezse hiç senin olmamıştır.”
İşte Defne’nin ki bu misal oluyor. O da serbest bırakıyor yeni doğmuş bir oğlak
gibi korkarak. Ama bir yandan da Ömer’in aşkından pek bir emin. Tabii ki onun
rahatlığı da var üstünde. “Korkmuyorum,
sabaha kadar yürüsün, Ömer beni seviyor. Ben eminim yani... Başka kimi
sevecek?” “Ben şansıma değil kendime
aşkımıza güveniyorum.” diye kendi kendine tekrarlıyor. Zaten tersini de
düşünmek mümkün değil.
Karizmatik, yakışıklı,
başarılı, karakterli, dürüst, adam gibi adam, süper kahraman Ömer İplikçi her
daim romantizm konusunda arşa eriyor. Sinan’ın kendisine teşekkür etmesiyle
hemen aklına Defne’sini aramak gelen Ömer candır: “Nerede benim DefneM?”
Çok sevgili Sinyor
İplikçi’miz sen Defne’nin tavsiyesiyle sevenleri birleştirmek için çaba sarf
ederken Defon ise mahallede haraç topluyor canım benim. Ne yapacaksın bizim
masaldaki kadın kahraman da pek bildiğimiz türden değil. Nero’nun ilk bölüm
dediği gibi Kiralık Aşk’ta Türk filmlerinden bildiğimiz tüm klişeleri
unutuyoruz. E hal böyle olunca da kendi evinde hizmetçi gibi çalışan Külkedisi
yerine Grease filminden fırlamışçasına sevdiğine yan gözle bakanlara hesap
soran mahallenin serseri Defo çıkıyor bizim de karşımıza. Ömer’in de ağzına pek
bir yakışıyor: “Serseri sevgilim”
sözleri...
Ne de çok severim Aşkın
Nur Yengi’nin şarkısını: “Serserim benim, deli dolu sevgilim....”
Serseri işte... Ama biz de Defo’yu öyle sevdik be ne
yapacaksın değil mi Ömer’cim? Mahalle sorunlarından bahsederken Defne ne de
güzel dedin: “O Defo da benim. Tatlı
Defne de... Hatta uzun saçları, güzel burnu, çatık kaşları, güzel yüzü...”
İçimin yağları eridi gitti tabi sen bunları söylerken ve yüzünü de bir yandan
severken. Ancak sonra çizmekte zorlanan Defne’ye kopya verirken anladım o sahne
hiçbir şeymiş. Sen hayalindeki ayakkabıyı Defne’nin bacaklarında resmederken
bizde ekran başında nefessiz kaldık. Sen, sana derin derin nefes aldıran
kadınla olacaksın diye biz taşikardi geçirmek zorunda kalıyoruz. Olsun
geçirelim, siz mutlu olun ve böyle sahnelerle karşımıza çıkın yeter ki.
Peki, sizce bunları yapan
adamdan insan hiç şüphe duyar mı? Hayır tabii ki, iç rahatlığıyla izin verirsin
Gallo’ya gitsin şansını denesin, kendi görsün anyayı konyayı diye. İşte Defo de
en doğrusunu yaptı hadsiz konuşanı, haddi ilk ağızdan bildirilsin diye yetkili
kişiye pasladı. Ancak bunu yaparken
bence bu fırsatın hemen Gallo’nun karşısına çıkacağını beklemiyordu. Aman neyse
bir an evvel olup bitmesi en güzeliydi. Sonuçta Gallo’cum ne kadar şansı
olduğuna inanıp önüne gelen ilk fırsatta hemen “Gideceğiz değil mi?” diye hevesle Ömer’e soradursun, Sinyor
İplikçi o anda odadaki mağaza açma hayallerini bile dinlemiyordu. Onun aklı
sadece camın diğer tarafında çalışan Defne’sindeydi. Ne de güzel izliyordu
değil mi? Ama işte bilse o camın diğer tarafında Defne’nin neler neler
düşündüğünü... Zavallım orada olmaya hakkı olmadığını düşünüyor, kendi kendini “Nasıl da kurulmuş? Ne çiziyorsa... Ben de
çok çalışacağım, o Fikret’in oturduğu toplantı koltuğuna ben oturacağım. Çiz
Defne, en iyisini sen çiz.” diye hırslandırıyor. Oysa ne çizdiği, ne
giydiği, nasıl konuştuğu ya da davrandığı Ömer için önemli değil ki... İşte
devir Defne’nin bunu anlama devriydi. Bu nedenle odasına ani giriş yapan
Gallo’ya “Tamam gelmeyeceğim” demesi
olabilecek en yerinde hareketti. Her ne kadar hepimiz o sırada Nero gibi “Ben bu Fikret Gallo’yu boğarım” diye
ekran başında çığlık çığlığa bağırsak da... Sonuçta kadın bildiğin alenen
Defo’nun nişanlısına asılacak! Koş Defo, koş! Git sarıl Ömer’ine! Ben de olsam
aynısını yapardım çünkü...
Ancak lütfen Defo’cum bu
son kez sarılıp onu bırakışın olsun. Bu inceden intihanı geçen Ömer İplikçi’yi
pamukları sarıp sarmala bundan sonra senden ricam. Biliyorum artık yerini bilen
ve bir daha kaçmayacak bir Defne oldun. Olgunlaştın. Başka türlü
davranmayacağına eminim de, ben seni yine bir dürteyim dedim “Sinan’ı üzme. Biliyorum yani aşkta söz
verilmez ama bir gün terk etmek istersen bile onu üzmeden kırmadan yap.”
sözleriyle Yasemin’i uyaran Ömer gibi... Karşında artık seninle olmadığı
saatleri sayan, her şeyin iş olmadığını kabul eden hatta iş gezisinde onun
kafasını karıştırmana bile izin veren, “Passionis
için sen de bizim kadar önemlisin” diyebilen bir Ömer var. Adam bu kadar
bal-kaymakken ona “hayır” demek ve onu üzmek insanın canını acıtır değil mi?
Yazı devam ediyor...