Osvaldo Farrés, Quizas’ı (belki daha tanıdık bulacağınız,
İngilizce’ye çevrilmiş haliyle: Perhaps)
yazarken -tahminde bulunmak belki haddime olmasa da- vefasız ve bir o kadar da
cefakar sevgilisine, sanki beklemekten sıkılmış olduğuna dair bir dizi sitemde
bulunmuş gibi bir hava sezdirmektedir. Aslına bakarsanız sadece sezdirmekle de
kalmamış, bir bakıma doğrudan söylemiştir de.
“Eğer kararını
veremiyorsan,
Biz asla başlayamayız.
Ve kalbi kırılmış olarak ayrılmak istemiyorum.
Bu yüzden eğer beni gerçekten seviyorsan ,
Evet de, ama sevmiyorsan sevgilim, itiraf et.
Ve lütfen ‘belki, belki, belki’ deme…”
Şimdi diyeceksiniz nereden çıktı bu, nedir alakası? Şudur ki
efenim, bildiğiniz üzere Elçin Sangu’nun bu hafta çıkan Boyner reklamında,
fonda sözleri ile oynanmış çok tanıdık bir melodi vardı. İşte o melodi, bu
melodiydi. Kendi nezaket çerçevesinde, acımadan “Beni oyalama!” diyen, güzel sözlerini nota okumayı dahi bilmeden yazan beyefendinin mürekkebini sıçratmış olduğu bu güzel şarkının bölüm yorumuma başlayabilmemde bir nevi tetikleyici unsur
olduğunu söyleyebilirim. Zira bu hafta bu işin başına oturmak hem geçen haftanın hayal
kırıkları, hem bu haftanın içimi bayıltan hallerinden sonra benim için işkence mahiyetindeydi. Peki, neden bu şarkı? Elçin Sangu ile beraber tekrar zihnime
süzüldüğü ve oradan bir çağrışım yaptığı için değil asla. Dürüst olmam
gerekirse durum tamamen Ömer ile ilgili aslında.

Bu aşkın katili sensin...
Geçen haftaki bölüme dair olan yorumumu defalarca okudum,
sonrasında bencil buldum biraz kendimi. Hayatta hep her şey bizim istediğimiz
gibi olsun istiyoruz ama olmayınca olmuyor işte. Kimi zaman olanla yetinmek
gerekiyor. Bazen özenle çizdiğiniz resminize gelip arsızca bulaşmış olan bir
lekeyi, orada durduğu hali ile sevmeyi öğrenmeniz gerekiyor.
İşte aynı bu sebepten, kabullenmek pek tarzım olmasa da bu
haftaki bölüme kadar, hiç istemediğim ve “şey”den öteye gidemeyeceği konusunda
varımı yoğumu üstüne yatırdığım ve maalesef ki haklı çıktığımı düşündüğüm o “vuslat” ile ilgili bir kabulleniş, bir idrak
yaşadım. Kiralık Aşk’ın büyüsüne öyle bir kapılmışım, her şey gözüme öyle mükemmel
görünmüş ki zahiri dünyamda hatalara hiç pay bırakmamışım. Cefasını da çekiyorum
ama merak etmeyin. Hayal kırıkları her yanıma batıyor. E bu da bana ders olsun,
ne diyeyim?
Yine de keşke içimi titretebilseydi diyorum. Keşke “Oh be,
kavuştular nihayet!” diyebilseydim ben de. Diyemiyorum ama bir türlü. Akşamında
acısından ağlamaktan içi çıkmış Defne’nin, sabahına sanki bütün dünya
ayaklarına serilmiş gibi, sırtında koca bir sır kamburu yokmuş gibi dertsiz
tasasız Ömer ile cilveleşmesine dayanmayı reddetti bünyem. Bundan ötürü zaten akışa bir
hayli bodoslama dalmış olduğunu düşündüğüm “vuslat” gibi, “vuslat ertesi” de
içimdeki aynı yavanlık rafında yerini aldı maalesef.
Yazı devam ediyor...