Dünyaca ünlü heavy metal grubu Metallica’nın 1999 yılında
San Fransisco’da, Michael Kamen yönetimindeki San Fransisco Senfoni
Orkestrası’yla birlikte verdiği meşhur bir konser vardır. Adı : S&M…Açılımı
Symphony & Metallica (aslen Sadizm ve Mazoşizm kavramlarının kısaltmasıdır
ama bu yazıyı ilgilendiren kısım Metallica versiyonu). Dünyanın en gürültülü
müzik türlerinden birini dünyanın en sessiz sakin müzik türlerinden biriyle bir
araya getiren, metal müzik her ne kadar özel ilgi alanına giren bir tür olsa da
her müzik severin en azından bir kere dinlemesi / izlemesi ve tanık olması
gereken, harika bir konserdir.
Hacı Ağa, söyle şu müziğin sesini acık kıssınlar bakalım, kafam tuttu yeminle. Saatlerdir bir tane insan sesi duyduğum yok, içim geçti tövbeler olsun.
Bunun Muhteşem Yüzyıl’la ilgisi ne peki? Bu haftaki
yazıma bu konserin ve albümün adından esinlenerek isim koymayı uygun gördüm,
işte o. Zira dün akşam izlediğimiz 19 numaralı Kösem bölümünden geriye
aklımda, bir saniye olsun durmadan insana nefes aldırmamacasına ardı ardına
çalan müziklerden başka hiçbir şey kalmadı. Dün akşam dizi değil, dizi
formatında konser izledik resmen. Muhteşem Yüzyıl Senfonisi… O yüzden sosyal
medya ortamlarında dizinin adı kısaltılırken kullanılan MYY tabirindeki “yüzyıl”
kısmını atarak sadece “muhteşem” kısmını aldım ve yazının adını Senfoni &
Muhteşem anlamına gelecek şekilde S&M koydum. En yaratıcı fikir olmadığı
kesin ama idare edeceğiz artık ^^
Ben giderim adım kalır, dostlar beni hatırlasın...
Derviş Paşa’nın ani ölümü sonrasında, aslında tarihte önce ölen kendisiyken
dizide dramatik etkiyi artırmak adına sonraya bırakılan Handan Sultan’ın ölümü
dolayısıyla, bir önceki bölüm kadar muazzam olmasa da en az onun kadar duygusal
tonlarda, yine çarpıcı bir bölüm izleyeceğimizi düşünmüştüm ancak şahsım adına
maalesef 1. sezonun en zayıf bölümüne tanık oldum. Herhangi bir konusu bile
yoktu hatta bölümün. Geçen hafta oyunculuk anlamında diziyi sırtlayan Tülin
Özen’in bu hafta da diziye veda etmeden önce son bir defa gönül tellerimizi
titretmesini beklerken, en az Derviş Paşa kadar paldır küldür öldürülmesi
sebebiyle Handan Sultan’ın vefatında da, Ekin Koç’un çırpınışlarındaki ve
hıçkırıklarındaki içtenlik haricinde etkileyici olması gereken pek bir şey
bulamadım. “Handan Sultan diye biri geldi ve geçti, biz işimize bakalım”
hissiyatı oluştu bende. Bu ölümün bölümün geneline yayılmasını, hiç değilse
bölümün ikinci yarısına kalmasını, Ahmet ve annesiyle ilgili geçmişe dair hiç
yoktan bir tane flashback izleyebilmeyi isterdim.

Ah validem ah...O kadar silik, o kadar saftirik bir valideydin ki seni mezarlığa değil, TIMS Productions'ın boş barakalarına gömüyoruz. Bak, burası bizim dizinin teaserlarını çektiğimiz stüdyoydu :((
Reklamsız süresi 2 saat 15 dakika olsa da, aslında dün
akşam izlediğimiz bölümün ederi 30-35, bilemediniz taş çatlasın 40 dakikaydı.
Geri kalan 1.5 saat sonu gelmez slow motion çekimlerden ve bir an bile susmayan
müziklerden ibaret, içi herhangi bir önemli olay ya da akılda kalıcı çarpıcı
diyalogla doldurulmamış, bayağı bir şişirilip uzatılmış bir “zorunluluk paketi”
gibiydi. "Artık hikaye yavaştan tıkanmaya başladı, Derviş Paşa ve Handan
Sultan’ın yolculukları tamamlansın da dizinin önü açılsın" derken ne kadar haklı
olduğumuzu gördük. Hikayenin ilk yarısının tıkandığı değil, resmen bittiği
noktaydı 19. bölüm. Haliyle seyirci olarak payımıza düşen vakit doldurulabilsin
diye bol bol kullanılmalarından mütevellit sadece müzik dinlemek olabildi.
Dardayım eyyy, aney aneeeyyy, zordayım eyyy, aney aneeeyyy, Bahti olduğumu unuttum kendimi marangozluğa vurdum, berduş oldum aney aneeeyyy...
Benim Muhteşem Yüzyıl izlemeye başlamamdaki en büyük
etken müzikleridir. Aşk-ı Derûn’u ikinci sezonunun ortalarına, yani dizinin
Show TV’deki son iki-üç bölümüne kadar izlemişliğim yoktu. Biraz o yaşlardaki
klasik “abi adamlar LOST diye efsane bir dizi çekiyorlar, oturup da kadın
entrikasından ibaret bayık Türk dizileri mi izlenir Allah aşkına” şeklindeki
yarı cahil, yarı özenti algıdan, biraz da Neo-Osmanlıcılık furyasının alıp
başını gitmeye başlamasından dolayı bu durumun her yere fazlasıyla sirayet
etmesinden pek memnun olmayışımdan dolayı böyleydi. Ta ki bir akşam, o zamanlar
Edirne’de yaşayan ablamı ziyaret etmeye gittiğimde, elimdeki dergileri
karıştırırken onun izlediği Muhteşem Yüzyıl’ın müzikleri kulağıma çalınmaya
başlayana dek. Diziyle ilgili fikirlerimi ve önyargılarımı değiştiren ve bugün
RaniniTV yazarlığına kadar gelen bu macerayı başlatan şey işte o müziklerdir.
O yüzden yanlış anlaşılmasın, dizinin müziklerine (her ikisinin de) bayılırım
ve Türkiye dizi / film sektörü standartlarının fazlasıyla üstünde olduklarına
inanırım. 2011 tarihi itibarıyla kendisinden sonra gelecek olan diziler için de
yeni bir çıta koyduğuna. Dünyadaki yorumlara baktığınız zaman da bu böyledir.
Yurtdışındaki bir çok seyirci de en az oyuncuları ve görselliği kadar hayrandır
Muhteşem Yüzyıl’ın müziklerine. Daha önce bir dizi için bestelenmiş bu kadar
güzel müzikler duymadıklarını söylerler. Ama Kösem’le ilgili yazmaya başladığım
ilk haftalarda bir kere daha yazdığım gibi her şeyin de azı karar, çoğu zarar.