O son sahnede Ömer’in Defne’yi
alnından öpmesi de öyle anlamlı geldi ki bana. Naif ve son derece sevgi dolu
bir sahneydi. Orada huzur var, şükran var, minnet var... Ömer, geçen hafta, Defne’nin karısı olacağı
günü düşündüğünü söylerken, gönülden kıyacakları nikâhın çok yakın zamanda
olacağını hissettiğimi söylemiştim ben de. Bu sahnede tam da bu nikâhın
kıyıldığını hissetim, anlayacağınız o isim değişti bile. Defne’nin evlilik
yemini gibi vaatkâr sözleri, Ömer’in hayran bakışlarına karıştı; evlendiler ve Ömer
de gelini öptü! Defne yaktığı ışıklarla somut olarak Ömer’in bahçesini hatta
kendi elleriyle diktiği çiçekleri, soyut olarak da kendi ışığıyla önce onun en
gizli korkularını ardından içindeki yalnızlığı aydınlattı. Ruhundaki tüm
karanlık yerlere ışık yaktı Defne. Ömer geçen hafta Defne’nin, hayatının
aydınlık yanı olduğunu söylemişti. Defne de öyle olduğunu bir kere daha gösterdi.
“Aydınlık neyin oluyor senin?/Gökyüzü
akraban filan mı?”*** Maruz kaldığı tüm kötülüklere, fenerinin kulesini
durmadan aşındıran tüm o tuzlu sulara rağmen, bu kadar aydınlık kalıp içindeki
ışığı hiç söndürmemesi, yıkılmaması çok kıymetli benim gözümde.
Çünkü yaşadıkları az buz şeyler
değil. Milena gibi, koca okyanusun baskısına dayanıyor adeta, onu orda yemek
isteyen balinalara, köpekbalıklarına direniyor. Zaman zaman unutsak da onu
yıpratan zorlukları, döktüğü iki damla gözyaşı ile yeniden hatırlatıyor
kendini. Tıpkı benim gibi bunca kötülüğün bir insan evladına yapılabileceğini
aklı almıyor Defnemin. Kendi hayatına bakmaktansa, etrafındakilere kötülük
yapma mantıksızlığını ve bir insanın bu yorucu çabaya neden girdiğini anlaması
mümkün değil o güzel kalbiyle. Bu, güzellikle dolu kalbini de nasıl hiç
acımadan kırıp paramparça ediyorlar ya, yazıktır günahtır. Ömer olmasa, o
yaralarını Ömer böyle güzel sarmasa çekilecek dert değil cidden. Defne, arabada İso ile
dertleşirken, Ömer’in 24.bölümde, Sude’nin çevirdiği dolabı öğrenip de Şükrü’ye
kötülük konusunda patladığı sahne geldi aklıma.
Nedir bu başımıza gelenler?
Galo ile Ömer, ortak zevklere
sahipler, benzer okullarda okumuşlar diye birbirlerine “benzedikleri” için
aralarında bir etkilenme olması ihtimalini düşünenler vardı ya hani. Buyurun
size Defne ile Ömer’in tüm o yetişme tarzı farklılığına, müzik, kitap ve sanat
konusundaki tüm o farklı beğenilerine rağmen özlerinde “benzer”den de öte
“aynı” olduklarını gösteren değerli bir ayrıntı. Kötülüğü anlayamayan ve asla
kabullenmeyen bu iki aşığın, tüm o kötü niyetli insanlara rağmen iyi olma
zorluğunu seçmelerinden güzel ayniyet mi olur?
Sayelerinde botoksa ihtiyaç duymayacak kadar
gerildiğim Defne ve Deniz sahnesi sonucunda Defne’nin bu şantaja boyun
eğmesini, bu kadar sessiz kalmasını anlayabiliyorum. Deniz elinde çok büyük bir
koz tutuyor. Ama şu da var ki; o çekin Defne’den çıktığını, elden ele dolaşıp
önce Neriman’a sonra Sude’ye oradan da yine kendisine döndüğünü ispat edemez.
Bunu Ömer’e söylese ve Ömer bunu aile bireylerine sorsa bile onlar inkar etmek
durumundalar. Tam, Defne bunu neden düşünemiyor diye düşünürken Defne’nin
tamamen saf ve berrak bir halde kalmasını istediklerine kanaat getirdim. Onun,
etrafında dönen tüm bu oyunlara rağmen, zor olanı başarıp iyi bir insan olarak
hamleleri koza çeviren biri olmadığı vurgulanmaya çalışılıyor bana kalırsa.
Yarın Ömer oyunu öğrendiğinde, tüm bu süreçte Defne’nin bugünü doğru düzgün
idare etmiş olması değil, aksine aşkından ne yapacağını şaşırmış vaziyette
devamlı çırpınarak sonunda çuvallamış olması daha anlamlı ve onu daha çok
aklayıcı olacaktır.
Yazı devam ediyor...