Bol tehdit savurmalı, bol adam öldürmeli, kriminal sularda
gezen bir Kösem bölümünü daha geride bıraktık. 16. bölüm daha çok bir geçiş
bölümü özelliği taşıyordu, o yüzden sessiz sakin bir bölümdü demiştik, bu hafta
izlediğimiz 17. bölüm de bu geçişin hâlâ devam ettiğini gösterdi. Özellikle ilk yarıdaki dinamik, sık aralıklı kesmelerle bezeli kurgu ve zaman zaman da aksiyon sahneleri tempoyu hareketlendirir gibi olduysa da genel anlamda yine
oldukça durağan bir bölümdü.
Bu dekolteleri boşuna vermiyorum Ahmet, bak seyirci de heyecan istiyor. Bırak şu İskender'i artık, benimle ilgilen. Genç yaşımızda kuruduk yemin ederim.
Açıkçası 17. bölüm görünürde bayağı bir şey olmuş gibi durmasına rağmen aslında kayda
değer pek de bir şeyin olmadığı, sezonun vasat bölümlerinden biriydi. Kendi
adıma sadece Hümaşah Sultan ve Safiye Sultan’ın bulunduğu sahnelerini gerçekten
beğendiğimi söyleyebilirim. Geri kalanı sezon boyunca iki-üç kere daha tanık
olduğumuz ve Kösem’in bir tarihi dönem dizisi olduğunun yine unutularak olayın kriminal
bir suç dizisine döndürüldüğü abartılı bir bölümdü. O yüzden bana pek tat vermedi.
Aaayyhhh...Tam hepsini yolladık derken yenileri geliyor. Bu taç da kafamdan düştü düşecek zaten, kaç haftadır oturtamadılar yerine.
Bu bölümle ilgili yapabileceğimiz en isabetli okumalardan
biri, sezonun başından beri seyircinin bir türlü sevemediği ve senaryoda pek de
bir işlevi olamayan başlangıçtaki yan karakterlerin tümünün artık öyküden
temizlenmiş olduğu. Sırasıyla Dudu Hatun, Fahriye Sultan, Şahin Giray, Mahfiruz
/ Mahfiruze Hatun derken bu hafta da “Başlangıç” döneminden Reyhan Ağa’ya veda
ettik, Mehmet Giray’a da veda edebileceğimizin sinyalini aldık. En azından
karakterin Kırım Tahtı’na oturacağı günler gelene ve tahminen kardeşi Şahin
Giray ile birlikte yeni oyuncuların suretinde diziye geri dönene kadar.
Derviş Paşa'nın devri sona erdi...Devir Orklar'ın devridir!!!
Emre Ercil’in canlandırdığı Reyhan Ağa’nın şu ya da bu
şekilde diziden ayrılacağı, ölümden kurtularak geri dönmesinden beri belli olan
bir şeydi, zira geri dönmesine dönmüştü ama bu dönüşün çok da bir faydası ve
işlevi olmamıştı. Haftalardan beri köşesine çekilmiş öldürüleceği bölümü
bekliyordu desek yeri. Öldürüleceği diyorum çünkü Muhteşem Yüzyıl’da işi biten
bir karakteri senaryodan çıkartmanın en kolay yolu öldürmekten geçiyor
biliyorsunuz. Daha farklı ve her zaman akılcı yöntemlerle olmuyor bu iş. Herkes
peynir ekmek doğrar gibi bir rahatlıkla birbirini doğruyor, temiz iş oluyor. O
kadar ki Kösem başladığından beri geçen on yedi bölüm içinde kaç kişi öldü veya
öldürüldü, inanın sayısını bile unuttum. Ecdadımızın en sevdiği içecek insan kanı,
zaar.
Yine de Reyhan Ağa’nın öldürülmeden önce Kösem’le konuştuğu
sahnede, zamanında kendisinin öldüğünü düşünmelerine sebep olan olayın
sorumlusunun da ve kendisini Gizli Bahçe’deki
balkondan denize fırlatarak öldürmeye çalışanın da aslında yine Derviş Paşa olduğunu da
söylemesini ve öyle ölmesini isterdim. Kısmet değilmiş. Açıkçası Emre Ercil’in
Reyhan Ağa yorumunu, karakterin ekseriyetle mezar kaçkını gibi korkunç bir yüz ifadesi
takındığı halleriyle değil, Hacı Ağa’nın diziye dahil olduğu 3. bölümde Bülbül
Ağa’yla Hacı Ağa’yı çekiştirdikleri sahnedeki muzip yüz ifadesiyle
hatırlayacağım ben. Ercil’in aslında başarılı bir komedi oyuncusu da
olabileceğini görmüştük o sahnede. Salt kötülükten ibaret bir karakter olarak
tasarlanmasa, o muzip tarafının da biraz üstüne gidilip yarı sevimli yarı kötü
bir karakter olarak sarayda tutulabilse çok daha etkili bir performans
sergileyebileceğini düşünüyorum. Ne diyelim, olanla ölene çare yok.

Aaaa, Hürrem Sultan'ın küpesi değil mi o? Pardon yaa, Nigâr Kalfa'nın küpesi. Yok yok, Nurbanu Sultan'ın küpesi... Eh beyaaa, bu bizim Eycan'ın küpesiiii... Her taraf taç takı. Kafa mı kaldı adamda?
Bölümün başlangıcına ve Handan Sultan’a yapılan şantaj
olayına gelirsek, tanıdık bir hikaye örgüsü gördük yine. İncili Köşk’te Handan
ve Derviş ikilisini dinleyen kişinin kimliği, olay mahallinde küpesini
düşürmesiyle ortaya çıktı. Aşk-ı Derûn’da birkaç defa tekrarlanmış, artık bir
Muhteşem Yüzyıl klişesi olmuş bir taktik bu. Önce Hürrem Sultan, sonra Nigar
Kalfa, en son olarak da Nurbanu Sultan karıştıkları şüpheli olaylarda yakayı
hep ne hikmetse tam o sırada kulaklarından düşüveren küpeleriyle ele
vermişlerdi. Şüphesiz ki gizemleri çözmek konusunda kolaycı bir senaryo
hamlesiydi bu.
Dün akşam izlediğimiz bölümde ise kendilerine bu konuda
eleştiri getirilebileceğini öngörmüş olmalılar ki bu sefer söz konusu küpe
olaya dahil olan kişinin kulağından düşmedi, tam tersine kasıtlı bir şekilde
oraya bırakıldı. Suçu başkasına atıp işin içinden sıyrılmak açısından çok daha akıllıca
bir hamle. Ancak bu sefer de Menekşe Hatun’un, Eycan Hatun’un o küpesini nasıl
ele geçirdiği konusu havada kaldı. Hatırladığım kadarıyla en son Halime Sultan’ın
emriyle İncili Köşk’e Handan – Derviş ikilisinden daha erken varabilmek için
alelacele saraydan çıkmıştı. Hangi ara bu planı tasarladılar, hangi ara Eycan
Hatun’un küpesini nasıl ele geçirdiler, muamma. Küpeler üzerinden iz sürme
klişesine zekice bir dokunuş yapıldı ancak yeni hamlenin detayları oldu bittiye
getirilince bir anlamda yine kolaya kaçılmış oldu. Belki de artık şüpheli
birisi düşen / bırakılan küpeler aracılığıyla yakayı ele vermese daha iyi
olacak.
Yazı devam ediyor...