What's up, bitchezz ^^
Bir de Diyarbekir Beylerbeyi olarak atanan paşaların durumu var. Malumunuz, Muhteşem Yüzyıl tarihinde Diyarbekir’e (ya da herhangi bir başka yere) atanan bir paşa bir türlü oraya gidip vazifesinin başına geçemiyor. İlk dizide Rüstem Paşa Diyarbekir Beylerbeyi olarak atanmasına rağmen haftalar boyunca görevine başlamamış, en başta da onu oraya atayan Süleyman olmak üzere kimse de çıkıp “sen hâlâ ne arıyorsun İstanbul’da” dememişti. Neden sonra helesi gittiğinde de her bölümde geri dönüp gelmenin bir yolunu bulmuş, ülkenin iki zıt ucunda bulunan şehirleri kapı komşusu yapmıştı.


Osmanlı'dan beri Türk'ün aklı hep aynı. İşi bilicen, işe gitmicen.

Kösem’de aynı sendrom Safiye Sultan’ın güvenilir adamı Nasuh Paşa ile yaşanıyor. Önce Halep Beylerbeyi olarak atandı, buna rağmen alâkalı alâkasız durumlarda payitahtta gördük kendisini. Şimdi de haftalar önce Diyarbekir Beylerbeyi olarak atanmış olmasına rağmen oraya gittiğini göremiyoruz. Tıpkı Süleyman gibi Ahmet de “hop birader, sen hâlâ ne arıyorsun burada” demiyor. Atandığı yerde görevini icra etmesi gereken Nasuh Paşa, bir de Safiye Sultan’ı Kız Kulesi’nden kaçırma işinde başrol oynayacak. O gidene kadar ortalığı boş bulan Celaliler de Diyarbekir’i işgal ederler herhalde.

Bakın, tek bir Kösem bölümünden kaç tane Aşk-ı Derûn toparladık. 9. bölümden itibaren dizinin senaryo olarak toparlandığı, oturuştuğu ve çok daha keyifli bir hale geldiği kesin ama yer yer hâlâ ilk dizinin mirasından yemekte de beis görmüyor. Seyirci Kösem’i neden hâlâ bir türlü ilk Muhteşem Yüzyıl kadar sahiplenemiyor ve yeri geldiğinde kolayca yüz çevirebiliyor sorusuna hâlâ cevap aranıyorsa biraz da bu benzerliklere bakmak lazım sanıyorum.

İlk dizide Meral Okay’ın ölümü sonrasında 3. ve 4. sezonlarda Okay’lı dönemin kimi hikayeleri aynı şekillerde tekrar sunulduğunda bile seyirci o sezonlardaki orijinallik eksikliğinden yakınmış ve bu durumu hoş karşılamamışken şimdi benzer bir uygulamayı, üstelik de yeni bir dizi çatısı altında üçüncüye görmek haliyle yüzleri iyice ekşiten bir şey. Artık yeni şeyler söylemek lazım.


İskender değil koçum, Malkoçoğlu diyeceksin.

Neyse ki, en azından kadın seyircinin yüreklerini ağızlarına getiren, tansiyonlarını çıkaran bir geri dönüş yaşandı da tam giderayak bir hareket geldi bölüme. Haftalardır sırra kadem basan Acemi oğlanı İskender, gürbüz bir savaşçı olarak geri döndü. Kendisinin geri dönüşüyle birlikte ailesini arama bulma çalışmaları kaldığı yerden devam edecek ancak bu dönüşün erkek seyirciyi ilgilendiren kısmı eş zamanlı olarak ortadan kaybolan Yeniçeri Ocağı sahneleri ve Celaliler’in de yavaş yavaş tekrar diziye dahil olup olmayacakları.

Ocaktaki yaşam, oradaki dostluklar, Ali ve Lagari gibi karakterler boşu boşuna yazılıp çekilmemiştir sanıyorum ki. 5-6 haftadır hikayeyi, başlangıçta odak noktasını bulanıklaştırıp seyirciyi kendine istenildiği ölçüde bağlayamayan yan dallarından arındırıp belli bir merkezde toplayarak seyirciyi kendine daha sıkı bir şekilde bağlayan dizi, temelleri çok daha sağlamlaşmış bu haliyle o yan dalları ana hikayeye tekrar ama bu defa daha işlevsel bir şekilde eklemleyecek mi, diziye tekrar çeşitlilik getirecek mi, yoksa artık Yeniçeri Ocağı'nın yerinde yeller mi esiyor göreceğiz.


Sana dün bir tepeden baktım, aziz İstanbul.

Ufak bir düzeltmeyle bitirmek istiyorum : 13. bölümle ilgili yazımda Derviş Paşa’nın olası idamı öncesinde Has Bahçe’de Handan Sultan’la yaşadıkları veda sahnesinde ilk defa kullanılan yeni bir Aytekin Ataş bestesinden bahsetmiştim. Söz konusu bestenin Aytekin Ataş’ın olmadığını öğrendim. Neriman Güneş ve Vefa Alekberova imzalı, “Uzak” isimli bir çalışma. Bilmeden bir hata yapmışım yazının o kısmında. Hem RaniniTv okurlarını bilgilendirmiş olayım, hem de tarafların affına sığınayım ^^ 

17. bölüm yazısında görüşmek üzere.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER