Sen beyaz bir kadınsın uzaktaki, gözlerin aklımdan çıkmıyor.
Bu hafta bir şey olmaması bir yana üstüne bir de Gallo hikayesi eklendi buna. Ve ben Ömer’in yaralı egosunu tatmin etmek uğruna, Gallo’nun önyargılarını yıkmaya çalışırken Defne’nin anlaşılma ve/veya affedilme sürecini öteleyeceğiz, işin özünü gene ıskalayacağız diye çok korkuyorum işin açıkçası. Her ne kadar son sahnede Ömer Gallo’ya haddinden fazla manalı bakmış olsa da bunun Barış Arduç’un sahneyi büyük yorumlamasından kaynaklandığını düşünüyorum. İz’in ilk geldiği travmatik bölümde de aynı şeyi hissetmiştim. Bu nedenle Ömer gibi, yalandan dolandan ve de oyunlardan nefret eden bir adamın Gallo’yu etkilemek ve kadın ruhundan anladığını ispatlamak için ‘onunla’ ikili bir oyuna gireceği sanrısından kaynaklanmıyor bu hezeyanlarım.

Her şey yarım kaldı yine ne tuhaf
Aşk yarım nefret yarım hayat yarım**

Ama işte tüm bu yarım kalanları bir köşeye koyup, sahne ışıklarını yeni hikayelere çevirince aklımın yarısı da o yarım kalanda kalıyor. Hani düşmüş bir süt dişinin boşluğuna diliniz gidiverir ya devamlı, o hesap işte. Zihnimin gerisinde “Ya biz? Biz ne olacağız?” diye dolanıp duruyor o yarım kalmışlıklar. Bu yüzden de girdiğimiz yeni yola konsantre olamıyorum, dönüp dönüp arkama bakasım geliyor. En büyük sorun olan kiralık aşk mevzusu halen daha dururken, ne olurdu gerideki daha ufak çapaklar temizlenseydi? Senaryo ne kaybederdi senaryoluğundan?

Belli ki geride yarım kalanlara aldırmadan Ömer’in kadın ruhundan anlamayışının üzerine odaklanacağız ilerleyen günlerde. Benim bir gözüm geride kalanlarda kalsa da önümüze sunulanı izliyoruz en nihayetinde. Odaklanalım tabi, bunları da Defne’nin “halletme isteği” ve Ömer’in “bulma çabası” gibi diğer yarım kalmışlıklarımızın yanına katarak. Zaten Defne bunun aksini ispatlamak istediği için gelip yerleşmişti ya Ömer’in evine.

Her kadının ruhundan anlamaya imkan yok. Madem kadınlar çiçek olarak görülüyorlar, dünyada mevcut olan binlerce çeşit çiçeğin ihtiyacının farklı olması gibi her kadının ihtiyacı ve beklentisi de farklı oluyor. Bu yüzden bir erkeğin hayatının merkezine oturtacağı ve yanına yol arkadaşı olarak katacağı kadının ruhundan anlamasının yeterli ve de en mühimi olduğu kanaatindeyim. (Zaten öyle çok anlaşılmaz mahluklar da değiliz yahu, işin özünde bize değer verildiğini hissetmeyi istiyoruz hepsi bu.:))


Aynadan kaynaklanıyor bu görüntü, yoksa bu güzelliğin eşi benzeri yok! Yanlış anlaşılma olmasın!

Son yarım saatte kendisine hiç denk gelemeyince bir karışıklık olmasın diye hatırlatma ihtiyacı hissettim bir an; bu bahsettiğim odak noktası ve yol arkadaşı olacak şahıs Defne oluyor tabi ki. Defne’nin ruhundan anlayan Ömer’deki değişimleri Defne ile Ömer “el ele”, bize bir otorite gibi pazarlanan ancak yeniyetmeden hallice, yurtdışından Sapanca’ya(!) tatile gelip ördek yemek isteyen ama kalabalıktan rahatsız olacak kadar da mütevazı(!), resmen İz’in izdüşümü Gallo’ya ispatlayacaklarsa amenna. Bunun için öyle plan kurmalara, manalı manalı bakışlar atmalara da gerek yok aslında. Gallo’nun Ömer’in yalnızca Defne’ye sunduğu, ona özel hal ve tavırlarını, bakış ve gülüşlerini izlemesi sonrasında da yeni çizimlerindeki Defne’nin bahar etkisini görmesi yeterli. Gallo “Gel benim ruhumdan anla!” demedi sana Ömer’cim, “bir kadının” ruhundan anlayabilme yetisine sahip olmanı bekledi. O yüzden şimdi sakin ol ve o egoyu yavaşça yere bırak!

Defne’nin bilgisi dahilinde Gallo’ya, baştan çıkarıcı değil ama had bildirici ve eğlenceli bir oyun oynanacaksa o da kabulüm. Ama Defne’nin bilgisinin olması çok mühim. Yoksa kızcağıza öpüldüğü zamanki gibi sadece bir obje muamelesi yapılacaksa, o da bizim gibi bir köşede elinde çekirdekle yine yeni yeniden olağanüstü zeki Ömer’in müthiş akılcı(!) oyununu izleyecekse kalsın. Ömer’in “Her sabah başka bahar olsa da ben uslandım/Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım”*** dediğinden emin olsun artık, içi içini kemirmesin.

Ey aşk! Biliyorum çocuk oyuncağı değilsin, büyük büyük dertlerin var hatta. Ama gel seninle bir oyun oynayalım. Elma dersem çık, armut dersem de! Zira biz bu hikayede çokça yarım kaldık, senin korkusuz ve doyasıya yaşanan haline de epey hasret kaldık. Ha gelmezsen de canın sağ olsun, gene kuru bir teselli bulurum ben kendi halime.**

*Jehan Barbur, Öylesine
**Birsen Tezer, Ne Tuhaf
***Yahya Kemal Beyatlı, Bahçelerden uzak
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER