Kiralık Aşk: Yarım kaldık...
Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var; kıyısındaymışım gibi en sakin denizlerin.
Güzel düşler görmeyi hepimiz severiz. Gerçek hayatta içimizde ukde kalan ve hatta belki yaşanması mümkün olmayan şeylerin izdüşümünü rüyalarımızda gördüğümüzde yalancı bir mutluluğun içine düşeriz, geçici bir umudun ferahlığıyla. Ama bir de tam rüyanın en güzel anında, bir uçurumdan düşüyormuşçasına nefes nefese uyanıp gecenin karanlığı ile baş başa kaldığınızı hayal edin. Yolun çoğunu gitmiş olmak, “Şu kadarcık kalmıştı o üç beş saniyelik mutluluğa!” diye hayıflanmak kâr etmez. Ne kadar ramak kalmış olursanız olun, o rüya o gece için sonlanmıştır. Bir daha devamını ne zaman görürsünüz veya görebilir misiniz bilinmez…

İşte bölüm bittiğinde bendeki hisler tam olarak buydu. Haftalardır Defne ile Ömer’in yarattığı enkazla boğuşuyoruz. Önce o yıkımın şokuyla toz duman içinde nefes almaya çalıştık. Sonra hasar tespiti yaptık. Zarar gören yerlerimizi, güven hissimizi, oyundan çıkış yollarını teker teker toplayıp yeniden bir yola koyulduk. Bazılarını bu yolda tekrar kaybettik, hatta kimisini zorunlu olarak durduğumuz mola yerinde bile isteye bıraktık. Güven hissimizi ise bir erik ağacının dibine ektik, filizlensin diye. Tam da sürgün vermek üzereydi, bahar geliyordu çiçeklerini açacaktı. Haftalardır peşinden sürüklendiğimiz ayrılık hikayesinin sonlanması için adım adım ilerliyorduk ve bir adım kalmıştı, Ömer’in içindeki bentleri aşmasına, yeniden Defne ile Ömer olmalarına. Fakat o da ne? Biri mi sesleniyor? Ahh, alarmmış… Uyandık, rüya yarım kaldı…


Şu evin etrafını dikenli tel ile çevireyim en iyisi. Meselelerimizi halletmeden bir daha ne İz, ne Gallo, ne de Koriş damlasın hayatımıza!

Defne’nin bir kez daha hayatından çekip gitme ihtimali ile yine darmadağın olan Ömer’in artık bu işe bir son vereceğini, hiç değilse zor anlarda güvenilir olduğunu defalarca kanıtlayan Defne’yi olduğu gibi; getirdiği ve vaat ettiği tüm güzellikler ile kabul edeceğini bekliyordum açıkçası. Beklentiler sadece üzer diye boşuna dememiş Athena. Oysa zemin o kadar elverişliydi ve tüm koşullar öylesine punduna getirilmişti ki. Yaşanan tüm o ayrılığın üstüne bir de Tramba’nın kendisini Defne ile aynı çaresiz konuma düşürmüş olmasının yarattığı empati hissiyle yumuşayan Ömer, Defne’yi mevcut haliyle ve sırlarıyla sarıp sarmalamayı kabullense kimse de “Hani güven diyordun? Hani her şey halledilecek ve öyle bir araya gelecektiniz?” demezdi ki. (Sahi Tramba’nın fırsatçılığının bize ne katkısı oldu? Ömer’in kıvrak zekasının attığı bir gol olarak kayıtlara geçirip tarihin tozlu sayfalarına mı kaldırdık bu durumu?)

Yok olmuyor istemekle bitmiyor
Hiçbir yol yarılanmıyor uzadıkça uzuyor*

Tam menzile ulaştık diyorum, biraz soluklanırız sonra el ele yeni yolculuklara yelken açarız diyorum ama olmuyor, yol uzadıkça uzuyor. Aynı evde yaşayan ve paylaşımları günden güne artan bir çift olarak bu bölüm karşılıklı iki kelam edememiş, sorunlarını çözmek üzere o son küçük adımı atamamış olmalarına bir anlam veremiyorum açıkçası. O yeniden “bir” olma heyecanı ve beklentisi, öyle güzel bir noktaya getirilmişti ki geçen bölümün sonunda, bu noktada o açılma yaşansa tam yerine rast gelmiş olacak ve yükselen heyecan tam zamanında tamamlanıp noktası konulacaktı. Ben o son kalan adımın da atılmasını beklerken aynı evin içinde yaşayan Defne ile Ömer’in yeniden Defmer olma süreci aniden sekteye uğradı. Nereye saklanmıştı o nitelikli, içi gerek destek ve dostlukla, gerek aşkla dolu Defne ve Ömer sahneleri? Aralarında elma metaforuyla yükselen cinsel tansiyon dışında tek bir şey bile paylaştıklarını görmedik bu hafta. Hatta Defne’nin, Ömer’in geçmişine dair sorduğu bir ufak sorunun yanıtı dahi verilmedi yine. Oysa ne çok anlamlar yüklemiştim ben o paylaşımlara.

Sahi nereden çıktı o Anka kuşu Ömer’cim? Biraz anlatmanı istesek seni çok yormuş olmayız değil mi? Neyse hiç gerek yok aslında, maazallah sevdiğin kadına annenin hastalığının ve kaybının seni ne kadar derinden yaraladığını, yanına sığındığın ustan ile arandaki bu sarsılmaz bağın hangi temeller üzerine kurulduğunu ve o anka kuşu misali küllerinden yeninden doğup santim santim nasıl yükseldiğini filan da anlatmaya başlarsın şimdi. Halbuki korkmasan, derdini acını paylaştığında güçsüz duracağını sanmasan…

Bazı heyecanlı ve sürükleyici bölümleri izlerken de bölüm sonunu düşünüp ne olacak, hangi noktaya kadar yükseleceğiz diye merak ediyorum. Ancak akıştan kopup “Bu sahneler bölüm sonunda bir yere bağlanır da bu iç sıkıntısına değer mi?” diye düşünmeye başladığım zaman bölümün beni içine sürükleyemediğini anlıyorum. Bu bir haftalık sekteye uğramayı kabullenebilirim esasında, en çok sabrı ve beklemeyi öğrendim ben bu diziden. Ancak bir şeyler olmalı ki beklemeye de motivasyonu olsun insanın.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER