Kısa kısa...
● Meşhur elmamızın, içinden seçip beğenip aldığımız binlerce metaforik
anlamından birini bölüm süresince dişleyip durduk çok şükür. Konu “hadi ben bir
kek çırpayım... elmalı olsun, olsun mu, elma sever misin Ömer?”den hallice bir
cümlede kapanmadı, bin şükür. Ayrıca; yasak elmayı ısırmaya sıra gelmese de
elmanın fırlatıp durduğu tansiyona bayılmadık mı, bayıldık! Bakınız şu yukarıdaki görüntüdeki seksapeli başka bir yerde, başka bir zamanda, başka bir hikayede,
başka iki kahraman arasında yakalayabilir misiniz? Hayır. Ve yine bakınız ki
elma dişlenmedikçe daha da kızarıyor, sulanıyor, güzelleniyor... Defne’nin bu
sahnedeki yanaklarından hallice!
● Yasak Elma'nın cazibesine kanmanın veya kanmamanın işte bütün mesele olduğu
zaten sadece aradığı vuslata bir türlü ulaşamayan çiftimizin değil, bölümümüzün
konusu. Aynı dertten, çok daha cüretkar olduğu hepimizin malumu olan Sinan ve
Yasemin de mustarip zira... O vakit, o da ne? Kapıya dayanan gerçek aşk olunca,
bir rüzgardan ötekine kapılıp gitmekten imtina etmeyenlerin bile bir durup
bocalaması da sevdaya dahil demek... Velhasıl, demem o ki ben Defne ve Ömer
için vuslatın erken olduğunu düşünmenin yanı sıra (evet, o vuslat için bence
erken), Sinan ve Yasemin için bile erken olabileceğini düşündüm bu kez.
Tansiyon da iyidir, iş kisvesi altında didişip dururken an ben an daha fazla
aşka düşmek de...
Ben şundan da daha çok görmeye varım^^
● ‘Banyo kapısının önünde beliren tanımlanamayan cisim’ Ömer beyler; o akşam
bir karış yatağınıza geri dönerek aramızdan pek çoklarını kuvvetle muhtemel zıvanadan
çıkarttınız, ama muhtemel aşkı muhtemelde bırakarak aslında yine doğrusunu
ettiniz. Çünkü doğru zaman, taraflardan birinin konuyla ilgili “tamam canım ne
olursa olsun” dediği zaman değil – ki Ömer bu kadarını bile bilmiyor – “benim
canım da şunu şunu şunu yapmak istiyor o halde!” kıvamına geldiği zamandır. Bunun
aşağısını, bakınız yine tanıdığınız ve sevdiğiniz Ömer İplikçi, istemez. Ve hiç
bir erkek de istememelidir dedirtircesine, “napıyorsun kendine gel” diyerek
tutar odasına döner. O adamın arkasından da aptallığına doyma değil, keşke her
adam aynı olgunluğu sergilemeyi bilse demek gerekir.
● Peygamber sabrının vücut bulduğu -veya büst bulduğu diyelim, hatırı
kalmasın ^.^- Ömer beyler, pek tabii ki
gerçekte etten kemikten kastan ve bir takım sinir uçlarından yapılı olduğu için,
Defne hanımların sinir uçlarına dokunmaktan da imtina etmezler ama.... Bu
sebeple mesela “sen ne istersen onu yaşıyoruz, bu hep böyle” diyen Defne
hanımlara, “pek tabii, bir sorun mu var matmazel?” deyip dillerini dişlerinin
arkasında dolaştırmak suretiyle artçı sarsıntıları beklerler. (Alt tarafta
ellerini ovuşturan bir adet hınzır Ömer hayal ediniz. Nerdeyse grafikli anlatım
yapacağım Ömer senin için, kıymet bil.)
Ateş beni çağırıyor ama sabredicem... :P
● Sinir uçları harekete geçirilen Defne’ler, bacak çarpmalar, ayak
kıstırmalar, öksürüğü boğazına takılan liseliden hallice kadınlar-erkekler,
hatta şirket finansal darboğazda cebelleşirken Şükrü destekli sexting
seansları... Eh şirketi kurtarmak için yüksek riskli fay hattında ben yeterince
yürüdüm, bundan sonrasını siz halledin kafasına gelmek senin de hakkın, doğru.
Yazı devam ediyor...