Gelelim benim gözümde hikayenin
ana öğelerine, can damarlarına. Dediğim gibi bu evliliğin kardeşlerini koruma
içgüdüsüyle hareket eden Nihan ve Kemal’i daha da uzaklaştıracağını
zannediyordum ben ama daha bölümün yarım saati dolmadan Nihan kendini Kemal’in
kapısının önünde buluverdi. Kemal’in annesinin Nihan’a olan tepkisini gerçekten
anlayamıyorum. “La bu kız size ne etti!?” diye isyan edesim geliyor. Asu’dan
çok daha içten ve cana yakın bir kız, Kemal de onu seviyor bu çok net. "Evli
barklı kadının” oğlunun peşinde olması ise problem, aynı şey oğlu için de
geçerli. O da Nihan’ın peşinden hiç ayrılmıyor ki.
Bir annenin ahını almak büyük bir yük. Kaç aşk bu yükü kaldırabilecek sıklettedir ki? Nihan’ın
nasıl da içi gitti o “hakkımı helal etmem” sözünü duyunca. Şu dünyada en çok
birisinin hakkına girmekten korkarım ben. Hele de bu, bir annenin hakkıysa… Bu
cümle çok büyük bir manevi işkence, bunu Demokles kılıcı gibi çocuklarının üstünde sallamaktan hiç çekinmeyen anneler var elbette. Ama buna engel olacak
tek kişi de çocukları. Yoksa ben “el kızı” Nihan’ın yerinde olsam arkama
bakmadan giderdim oradan. Nihan gene de kalp kırıklığına rağmen iyi bile durdu.
Nihan’ın önündeki engeller aşıldığı vakit, Kemal de kendi önündeki ailevi
engelleri aşarken şimdiki kadar cesur olacaktır eminim. Zira karakolun önünde
Nihan’a onu sevdiğini ve el ele olurlarsa daha güçlü savaşacaklarını son derece
inançla söyledi.

Hayatım, kedi de olsan televizyon en az 5 kilo ekliyor işte.
Hayat işte, bazen sunduğu
şansları değerlendirmesini bilemiyoruz. Kimi zaman biz hoyratça harcıyoruz
avuçlarımızdaki umudu, kimi zaman da zorla elimizden alınıyor. Ama bu kayıp da
zamanla temkinli olmayı, hasbelkader ikinci bir şans yakalarsa veya yaratırsa ona
daha sıkı tutunmayı öğretiyor insana. Zor bir vaziyet içinde de debeleniyorsa,
oturduğu yerde hayıflanmaktansa kendi çıkış tünelini kendi kazmayı bilecek
bazen.
Bir şans daha
Bir şans daha verselerdi sana
Her şey başka
Her şey başka olur muydu baba?
Bir şans daha
Bir gün daha verselerdi bana
Hiç korkmazdım anlatırdım sevgimi ben sana
Ah ne yazık geçti seneler
Göçtü kuşlar birer birer
Ah koskoca düğüm artık yutkunduğum tüm sözcükler**
“Elinde olsa beni tanımamak, hiç
sevmemiş olmak ister miydin?” vs “Her şeye rağmen sana elimi uzatsam tutar
mıydın?” Rus ruleti gibi sorular bunlar. Aksi bir cevapta bamm! Adamın beynini
dağıtır, ruhuna el Fatiha! Duvarın dibine en az o okşadığı kedi kadar yalnız
bir halde çökmüş olan Nihan’ın salya sümük ağlayışını, “başka bir şansım olsa
onu heba etmezdim.” diye çırpınışını izlerken içimden bir parça koptu.
Korkaklığın gösterdiği yolu seçtikten sonra başına gelenleri yaşayınca demek ki
insan daha bir cesur oluyor. O geceye dönülebilse, elbette ki “Ne olursa olsun
beni bırakma!” diye yalvarırdı Nihan. Kardeşi, ailesi uğruna, Kemal’i bırakmış
olmasına rağmen geldiği yerde kendini zaten yalnız bulmamış mı? Hiç değilse bu
süreçte elini sıkıca tutan Kemal’i olurdu yanında.
Nihan’ın bir şansı daha olsa
yıllar önce Kemal’in elini tutmayı seçeceğine ikna olmuştum ancak günümüzde de
Kemal’in elini tutacağını hiç beklemiyordum. Yapamam diye geri kaçmasını
bekliyordum ama neyse ki beni yanılttı. Demek ki o duvarın dibinde söylediklerini
anın duygu yoğunluğu içinde dillendirmemiş. Zaten ben Ozan’ın hastalığı ne,
hapse girerse neden o koşullara dayanamaz onu da tam olarak anlamadım. Annemin
tespitine göre; “Bayılmak bir zengin hastalığıdır kızım.” Galiba haklı,
neticede Nihal Ziyagil de devamlı bayılırdı. Söyle kız, söyle de biraz da bu
olayın gerçek müsebbipleri çeksinler cezalarını!
Yüreğim kabarmış, üç vakte kadar sırtımdan bıçaklanacağım.
Kemal ve Nihan sahneleri dışında
bölüme ilgimi kaybetmiştim, hatta tam da içim geçmek üzereydi ki Zehir'in "aksiyona gel" diyen sesini
duyunca merakım yeniden celbedildi, olaylar da son yarım saatte hızlandı zaten.
O andan sonra ipin ucunu yakalamak zorlaştı. Keşke bu macera bölümün geneline
yedirilmiş olsaydı. Karen hikayesinin ve “o gece”nin bu bölümlük unutulduğunu
zannederken son dakika golü olarak çıktılar karşımıza. Emir’in bu öyküye
kattığı heyecan yadsınamaz. Bunda Kaan Urgancıoğlu’nun karakterini son derece
sahiplenerek oynamasının etkisi de büyük. Bir seyirci olarak Emir Kozcuoğlu’nu
izlenmesi zevkli bir psikopata dönüştürmüş olmasından büyük haz alıyorum.
Bir
de Kemal kardeşi Tarık için “kalemin içindeki Truva atı” benzetmesini yaparken
esas Truva atı Tufanmış da haberimiz yokmuş. Düdüklü tencere gibi içindeki
basıncın devamlı arttığı, bir noktada patlayacağı oldukça açıktı ama yıllardır
Emir’in aleyhinde bunca bilgi biriktirip şimdi hınçla kullanmaya başlayacağını
da ummuyordum. Bu sadece devamlı aşağılanmaktan kaynaklanan bir durum olamaz,
neticede istese istifayı basar işten ayrılır. Ama belli ki kökleri çok daha
geçmişe dayanan bir husumet var ve hikayenin böyle bir açılım yapmış olması
beni ayrıca bir heveslendirdi. Eli böylesine güçlü bir oyuncunun, oyuna
“iyilerin” tarafında katılmış olması çok hoşuma gitti. Hadi artık sadece
gelelim başlasın bir an önce esas savaş!
*Zeki Alasya, Metin Akpınar ve
Ahmet Gülhan tarafından 1967 yılında kurulan bir tiyatro topluluğudur.
**Bir şans daha, Cihan Okan