Sıcak bir Temmuz akşamında
aniden sızı verdi evlerimize. Adına Güllerin
Savaşı dediler. O yaz doğru düzgün televizyon işi izlemiyordum. Tesadüf eseri
evdeki televizyonda Kanal D’nin açık
olması nedeniyle böyle bir dizinin varlığının bilincine vardım. Henüz ikinci
bölümü yayınlanmıştı ve bir Cumartesi günü, tam da öğle sıcağında, RaniniTv (daha doğrusu Ranini)’den DM aldım.
Başlarda “Nasıl yani?” dedim. Şaşırmamın sebebi tabii ki de Ranini’den DM
almamdı. RaniniTv yeni oluşum içindeydi ve yazar alınımı yapıyordu. İlanlarına
sürekli aşina olmama rağmen yine de “Yazarlık kim, ben kim?” söylevlerimle
dikkate almıyordum. Yani böyle bir oluşumda hiç bulunmamam ve dizi yorum yazarlığının
nasıl yapıldığını bilmemem düşüncelerimi tetikleyen asıl nedendi. O akşam,
hakikaten, uzunca düşündüm. İşin içinde rezil olmak da vardı. Ortaokuldayken
kompozisyon ödev ve sınavlarımı saymazsam yazı yazma, bir şeyler düşünme hakkında
pek geçmişim olduğu söylenmez. Sonuç olarak teklifi kabul ettiğimi bildirdim. Ranini
“O zaman yaz projelerinden izlediğin bir dizinin yorumunu yaz da bir durumuna
bakalım.” dedi. İçimden “Buyur buradan bak Mortis!” dedim. O âna kadar adam
akıllı izlediğim tek dizi Güllerin Savaşı!
İki gün bilgisayar bana, ben bilgisayara baktı. Parmağım klavyeye değmedi. Sonra
az az bir şeyler çıktı ve yazıyı bitirdiğimde; zilyon tane İMLA hatası ve
devrik cümle ile “utanmayarak” e- maili gönderdim. Kısmet böyleymiş ve bu güne
kadar gelebildim.
Gülfem Sipahi ekolünü bize sevdirdi
İlk başladığı günden bugüne
dek; “Bu hafta bitecek. Yaz sezonunu çıkaramaz. Kendini ikinci bir işe hazırla.
Her ân topun ağzında.” gibi söylemlerle, çok şükür ki, 68 bölümü çıkardık. Bu
savaşın yolu oldukça zorluydu. Performans isteyen, bol sinir katsayısına sahip
kişi ve entrikadan hoşlananlar serüvenin sonuna kadar sabretti. Hikâyemiz dur
durak bilmeden yoğun psikolojik savaşlar verdi. Öyle de olması gerekiyordu. İki
kadın arasındaki amansız savaşı anlatabilmesi için tek başvurulacak bilim dalı
psikoloji idi. Bir hikâye anlatsam ve bu hikâye iki kadına ait olsa, çeşitli
yollardan gitsek dahi Güllerin Savaşı
ile aynı sonuca çıkabilirdim. İki kadını birbirine düşman edebilmek için aşk, aile,
kardeşlik, dostluk, güven, masumiyet, ideoloji ve sayabileceğim daha birçok
unsur bu hikâyenin temelini oluştururdu. Bizler Gülru’nun masumiyetini, Gülfem’in
aklını sevdik. İkisi de Gül’dü. İkisi de yoktan var etti. Gülru daha kurtlar
sofrasına düşmeden önce bizim yüreğimizin güzel köşesine oturdu. Gülfem ise
kurtlar sofrasını yönetirken zekâsına hayran bıraktı. İkisi de Gül’dü. Biri
orkideye, diğeri ise papatyaya vurgundu.
Bazen hayâl edersin ve zamanı gelince kendi gerçeğini yaşarsın
İkisi de modaya sevdalıydı. Gülfem
yoktan var etti. Daha on sekizinde ardına bakmadan kapıyı çekip çıktı. Bir marka
yarattı. Baba parasını gözü görmeden tırnaklarınla, etrafına buzdan duvarlar
örerek, yüreğindeki kapıları bir bir paslı kilitlere vurdu. Gülru ise Gülfem’in
modaya sevdası var diye modaya sevdalandı. Ne doktor olmak istedi, ne de
hukukçu. Tek arzusu Gülfem Sipahi markası gibi marka yaratmaktı. Çabaladı,
yılmadı. Bursla, azimle moda tasarımını bitirdi. Tek hayâli onun gibi
olabilmekti.
Şekerim, Gülfem Sipahi olmak zor zanaat
Bir zamanlar masumken kan tutardı
İkisi de aynı adama gönlünü
kaptırdı. Birinin çocukluk, genç kızlıklı hevesiyken diğerinin ömürlük sevdası
oldu. Bu sevda Gülru’ya en zor günde, bir papatya kazasında geliverdi. Kazayla gelen
sevdadan hayır gelir mi? Onların da sevdasında hiçbir şey istedikleri gibi
gitmedi. Baba ve eski sevgili korkusuna aşkını doyasıya yaşayamadı. Ama namusuma
bir zeval gelmesin derken en çok korktukları şey başlarına geldi.
Bir baba ki baktığında yüreğini sızlattı. Bir baba ki bastığı yerde güveni yeşertti
En başında kimlik savaşımızı verdik
Saatin içindeki kum olmayı diledik
Sahte zaferlerle kendimizi avuttuk
Mimiklerin Kraliçesi benim!
*Orhan Kemal'in aynı adlı tiyatro eseri