Savaşın ızdırabı kanını bir zehir gibi sardığında...
İkisinin de tek zaafı vardı. Cihan! Hırs, öfke ve nefret akıntısına en bi’ sevdiklerini katıp da götürdüler. Tek bir nefesi ona çok gördüler. Yaktı, yıktı, iki defa intihar etti yine de Gül Savaşları’nı durduramadı. Çok sevdi. Yüreği güzel bir adam nasıl oluru bize gösterdi. Cihan’ı üzen, yok eden yine iki güldü. Biz Cihan’ı çok sevdik. Gitmesini istemedik. O iki kardeş bir araya gelsin diye toprağın altına yatmayı diledi.


Karanlık bir kuyuda gibiyim yapayalnız...

Bir tohum atılır kadının rahmine. Bir can emanet edilir, dünyaya getiresin diye. Annenin sana bağışladığı hayatı yaşarsın. Belirli bir yaşa gelene dek annemizden çıktığımız masumlukta yürümeye devam ederiz. Sonra… Sonra sadece bir sebep; her şeyi, tüm algılarımızı, umudumuzu, yarınımızı, hevesimizi çalar. Hayat bizi tekrardan doğurur. Bu defa bambaşka doğarız. Yiten masumiyetimizin hıncını yeniden doğuşumuz ile alırız. Yıkarız, yok ederiz, bitiririz. Sadece bir doğum! Oysaki doğum kutsal değil miydi? Hani nerede o mucizevî kavram? Küllerimizden doğmayı denerken kendimizden, en çok da içimizdeki en değerli hazineden ödün veririz. Ödün vermekle kalmayıp tüm yaşantımızdan çalarız. 

Aşkı deniz kabuğunda yaşayabildiğimizde hayat daha yaşanılırdı

Aşk bu savaşta en çok yaralanan unsur oldu. İki Gül de topuklarının altında, hırsları uğruna çiğneyiverdi. Gülru, Çelik ismini taşırken masumdu. Ömer’i de o masumluğun içinde sevdi. Sonra taşlar yerinden oynadıkça Gülru evrildi. Hikâyenin akışı gereği de olsa Gülru’nun evrilmesine ve değişimine alışamadık. Gülru, Sipahi olduktan sonra aşkla olan bağı da koptu. Sipahi adı Gülru’yu yok etti. Ne aşka olan inancı kaldı ne de saygısı. Ömer, ona her Hekimoğlu dediğinde daha çok bozuldu. Çünkü Gülru, Sipahi olmayı seçti. Atladığı şey ise sonradan Sipahi ismini almakla Sipahi olunmadığı idi. Eğer bu isim birine yakışacaksa o kesinlikle Gülfem olmalı. Asillik sonradan kazanılan bir kavram değildir. Bu kavramı değiştiren ne aşktır ne de para. Bu kavramı var edebilmek temelden inşaata girmek gibidir. 

Paparazilik ruhumuzda var

Her zaman düşmandık

Parçalansak da hep bütün olarak kaldık
undefined">
Bazen yaşadıklarımıza nefesimiz yetmedi


En çok da DNA testlerinden bıkmıştı(m)k

Demir parmaklıklar dar gelirken


Bir olmanın anlamını eli tetiğe gidince anladık


Üzerimizdeki ölü toprağını atıyorduk

Gıybetin dibine vururken

Ölüm pençemizi bırakmazken


Bir DEV'in yok oluşu...

Son yazımda uzun uzadıya yazmak istemedim. Yazımın daha çok Güllerin Savaşı’na veda niteliğinde olmasını amaçladım. 68 bölüm boyunca izleyen, takip eden, her hafta yazımı okuyup, bir iki satır da olsa içinden gelen hisleri yorumlarında paylaşan, sevdiyse sevdim dediği, kızdıysa kızdım dediği ama yine de vazgeçemediği ve bu serüvende RaniniTv kanatları altında beni yalnız bırakmayan güzel yürekli seyircimize, okuyucumuza teşekkür ederim. Med Yapım’a, 68 bölüm boyunca (arada üç ekip değişse de) bizlere bu savaşı iliklerimize kadar hissettiren Melis Civelek ve Sırma Yanık’a, 65 bölüm boyunca savaşı bize en iyi açı ile anlatmaya çalışan Emre Kabakuşak, Nadim Güç ve tüm reji ekibine, kurgu ve paylaşımlarıyla bir gün olsun desteğini eksik etmeyen Engin Öztürk’e, müzikleriyle iki sezon boyunca bizi mest eden Mehmet Cem Tuncer, Nail Yurtsever ve Ercüment Orkut’a, tüm set arkasında ter döken emekçilere…

Savaşın kazanları!
 
68 bölüm boyunca bizlere karakterlerini askıdan alıp kusursuz bir biçimde giyen Barış Kılı, Canan Ergüder, Damla Sönmez, Sercan Badur, Arif Pişkin, Arsen Gürzap, Aslı İçözü, Atilla Şendil, Ayşe Akın, Berk Yaygın, Feyza Civelek, İpek Özağan, İsmail Oral, Kenan Ece, Meltem Pamirtan, Münire Apaydın, Nilüfer Kılıçarslan, Soydan Soydaş, Suna Selen, Turgay Tanülkü, Uğur Kurul, Yiğit Kirazcı, Zeynep Köse ve unuttuğum varsa tüm oyunculara gönülden teşekkür ederim. 

Son olarak ekibe gözü ve gönlü değen her emekçinin yolu açık olsun. Yeni bir hikayede, yeni yazı ve paylaşımlar görüşünce dek hoşça kalın… 

Mortissa




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER