Yaşadığı küçük çaplı şok sebebiyle kapıdaki magazincileri söylemeyi unutan bir adet Şükrü abi kalp biz.

Galo Ömer’i beğenmiyormuş, tez elden magazin basınına duyurula! Hatta mümkünse birkaç güne yapacağı İstanbul ziyaretinde büyük gizlilik içinde yemek yiyeceği Galata’daki rooftop restoranlardan birinden çıkarken onu kıskıvrak yakalayan magazin muhabiri “Ömer İplikçi’yi beğenmediğiniz söyleniyor” diye sorduğunda; “Yapmayın arkadaşlar, birinci belli ikinci kim?” filan desin. Böylelikle ülke gündemine taşınmış olacak bu hadise, yine muhtelif drink çıkışlarında Galo’nun “Ömer bey de elbette ki parlak bir genç yetenek ama tasarımlarına kadın ruhu değmediği çok belli... Tabii günümüz gençleri ciddi ilişkiden kaçıyor ama yaratıcılık söz konusuysa, bir erkeğin hayatındaki kadın dokunuşu önemlidir” gibi demeçlerle uzatılabilir; akabinde gözlerin çevrileceği ve gazetecilerin önünde kamp kuracağı İplikçi villasından bir sabah Ömer’le Defne’nin beraber çıkarken magazincilere yakalanması ile son bulabilir. “Şok şok şok, Ömer İplikçi’nin hayatına ince ruhunu katan bu güzel kim?”

“Benle yaşa, çeneler kapansın” dan ben bunu anlıyorum çünkü Defne’cim napiiim? Hayır siz ne anlıyorsunuz bana onu bir söyleyin o zaman? Ofise el ele mi geleceksiniz de beraber yaşadığınız anlaşılıp çeneler kapanacak? Mola alanında öpüşürken yakalanmayı mı planlıyor; veya toplantı arasında “ya Defne, lacivert kazağımı bulamadım kirliye mi attın?” diye ağzınızdan kaçırmayı mı düşünüyorsunuz yanlışlıkla? Hayır bunları göreceğimiz varsa ben tavım bu beraber yaşama fikrine.  Elbet “yeni evli çift” tutukluğunu da zamanla atarsınız üzerinizden.

 “Yeni evli çift tutukluğu”nu müsaadenizle yapıştırdım gitti sizin üzerinize Defne’yle Ömer; çünkü dolapları indirmeler, ayakkabıları, kremleri, diş fırçalarını oradan oraya yerleştirmeler filan normalde hep bundan. Ama çiftimiz söz konusu olduğunda malum “normal” çatısı altına alabileceğimiz pek az özellik bulunduğundan; tek dertleri birbirini yadırgamak olmasa gerek. Hatta bana sorarsanız, burada dertler hep buzlar prensi Ömer İplikçi matmazel! Hatırlayalım, “hiç gitmesen, kalsan.. burada böyle yaşasak beraber” demişliği bulunan, “demek birlikte kahvaltı edemeyeceğiz... ya da ben kendimi sana göre ayarlamayı öğrenicem” türünden cümleler sarf etmek suretiyle bizi koltuklardan filan düşüren hep kendisiydi zamanında. Çarşamba cadısının sabah nasıl uyandığını merak da mı etmiyorsun da kendini kahvenle dışarılara attın Ömüş?

Ama Ömer’i de anlıyorum, çünkü -akademik çevrelerce kıymeti birkaç yüzyıl sonra anlaşılacak olsa da- kendimi “Ömer İplikçigilleri anlama ve anlatma perspektifinden topluma kazandırma” konusunda gayr-i resmi bir doktora tezi yazdım artık kabul ediyorum. Şöyle mesela: Dünya gözüyle en son “sen suçlusun tabii, hep ben mi suçlu olucam... defol ya!” derken bıraktığınız bir Defociğiniz var. Sizin, inandığınız her şeyi alaşağı edecek bir sırrı olduğunu söylüyor. Ama sırrı söylemiyor. İstiyor ki bu dikenli top, içinizde erisin gitsin. Ama durun, tam olarak onu da istemiyor sanki!?! Çünkü ne zaman koy verecek gibi olsa, bıraksa kendisini sizin kollarınıza, “kalsak burada böylece” diyecek olsa; ertesi gün “yapamam” diyerek bir külkedisi gibi ortadan kaybolmayacağının garantisi yok. Size bir sabah “biz olduk bile” derken, aynı akşam “bana biraz zaman ver” deyip parmağındaki yüzüğünüzü çıkarabiliyor. Siz, onu gözyaşlarından öperken “yalvarırım, söyle neyse çözelim beraber” dediğiniz derdini, “çözücem ve öyle gelicem... ve bir daha da hiç gitmicem” derken alabildiğine iddialı. Ama nihayet kapınıza geldiğinde derdi, kapkara bir bulut gibi gözlerinde öylece asılı duruyor. Aynen;

 Bir derdim var artık

Tutamam içimde

Gitsem nereye kadar

Kalsam neye yarar

Hiç anlatamadım

Hiç anlamadılar 

der gibi. 

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER