Ve işte bu sebeple Ömer’e yaptıkları için kızmadım. Ömer’in bugün yaptığı hiç bir şey; “dürüst olmak”, “dik durmak” ve “kendi doğrularının izinde gitmek”le çakışmadı. Dahası ilahi adaletin tecellisini sağladı, ve bu uğurda kimsenin üstüne basmadı. Yürüdüğü keskin bir çizgiydi, ama çizdiği bu çizgi kimseye kendi elindekinden daha derin yaralar bırakmadı. Ömer o kadar uzun zamandır –öyle olduğunu kabul edersek – kurallarını kendisinin koymadığı bir oyun içinde sürükleniyor ki, onu ilk defa kendi direksiyonunun başında görmekten doğan bir ilahi adalet huzuru var üzerime sinmiş, ve bu belki Sude için çark eden ilahi adaletin huzurundan bile daha derin. Bölümün kekremsi tadını Ömer açısından bir nebze olsun hafifletebiliyorum; çünkü Ömer’in attığı adımların can yakıcı sonuçları olmasına rağmen haksızlık içermemesinin yarattığı bir ferahlık genizlerimi az da olsa açmaya yeterli.
O “can yakıcı” sonuçlara biz iş hayatında rekabet diyoruz. Hani fikir olarak ayılıp bayıldığımız; “Defne ile Ömer rakip olsun, yarışsınlar, ne tutkulu, ne heyecanlı” dediğimiz şey var ya; işte onun tadı gerçekte böyle bir şey. Çilek gibi değil. Çelik gibi. Rekabet realite demektir. Peri masallarına benzemez. Kenarları yumuşak değil keskindir, aynı sonuçları gibi. İşin içinde strateji, ucunda da kazanmak veya kaybetmek vardır. Bu nedenle Ömer’in kurduğu kirli bir oyun değil; doğru bir strateji ve taktikler bütünüydü. Çizip çizmediğini belli etmemesinden tutun – ve kabul edin, bu konuda renk vermemek TAM BİR ÖMER İPLİKÇİ değildi de neydi – iki set tasarım hazırlamak, Sude’nin stratejisini öngörüp kontratak geliştirmek, onun izleyeceği adımlara göre taktik uygulamak, ve sonunda “fairplay” ilkelerinden uzaklaşmadan yarışı önde bitirmek. Ömer’in attığı hiç bir adım adalet veya etik çizgisinin dışına çıkmadı. “Defne’nin Ömer’i” olarak – çünkü bir yüzü doğruysa öbür yüzü de doğrudur - amacı Sude’yi aynı adalet çizgisi üzerine, doğru yola getirmekti, ve başardı.
Passionis’in kreatif direktörü olarak amacı konkuru kazanmaktı, ve onu da başardı. Ömer, Sude üzerinden “yolunu açtığı” şeyin, Koray’ın Defne’nin tasarımlarını Passionis’e getirmesinden farklı olduğunu bilecek zekada ve etik farkındalıkta: Sunuma dakikalar kala tasarımları görmelerinin realitede hiç bir etkisinin olmayacağın bildiği için oyununa bu taşı son taş olarak soktu Ömer : Ben inanıyorum ki ciddi finansal borç altına giren Passionis’in Ömer’i bu hamleyi şirketine (Cherie’ye revize süresi verip) rekabet avantajı kaybettirecek kadar; Defne’nin Ömer’i ise, içinde Defne’nin bulunduğu rakip takımı “şeytana uydurup” etik dışı bu hataya düşürecek kadar erken yapmazdı. Keza toplantıdan Cherie’yi etik dışı davranmakla suçlayarak da çıkmadı Ömer; her zamanki Ömer İplikçi sükûnetiyle, “iyi olan kazan”sın denilen her adaletli yarış gibi, “iyi” olanın kazandığı biçimde çıktı. Kaybetmenin Defne’ye kaybettirdiğine ise kesinlikle inanmıyorum. Bu işin kaybedeni olmadı Defne. Gerçek hayatta da olacağı şekilde, ilk yarışını, masalsı olmayan bir “çok yakın 2.lik” ile tamamladı. Dahası, Ömer’de etkisini henüz göremese de; ona bu yarışı bir nevi “kazandıran” taraf olarak. Ömer yanmaz yapışmaz çelik yüzey belki, ama çelik yüzeyin bile hafızası vardır. Isının kaynağını bulmuştur bir kere. Unutmayacaktır.
Son olarak; “biz ne zaman birbirimize duymak istediğimiz şeyleri söyledik?” Ne kadar da hüzün dolu, sitem dolu, pişmanlık dolu... ve umut dolu bir soru.
Henüz değil, ama inşallah çok çok uzak olmayan bir zaman...