"Konuşamıyorlar mı? Konuşmuyorlar mı?"
Defne'yi biliyoruz zaten, seviyor bu sessiz sinema olayını. Ömer desen "ben" diyor "Güzel bakıyorum, konuşmaya ne gerek var?" bakışlarıyla anlatabildiğini sanıyor her şeyi (Tren ya bu karşındaki...). İkisinin de geçmişlerinde sandıklara kaldırdıkları, belki de hiç açılmasın istedikleri, can yakan hikayeler var; belki de buraya varabilir düşüncesiyle konuşmamayı tercih ediyorlar. Uzak geçmişi koyalım madem bir kenara, kıyamıyoruz malum onlara, canları yanmasın. Yakın geçmiş dersek orada da bir sürü cevapsız soru yok mu?Tek tek sıralamayacağım burada, ama kitaptan tutun da dağ evinden firara kadar bin bilinmeyenli bir problem. Ve işte karşınızda bu bin bilinmeyenli problemi çözüp sonucunu "evlenme teklifi" etmek olarak bulan Prof. Dr. Ömer İplikçi. Adam tüm bilim dünyasını şapa oturtan problemi Mevlana'nın gidiş yolundan çözdü "Gel, ne olursan ol yine gel..." Sonra ne oluyor tabii, ottan çöpten bir sorunla sil baştan. Defne'ye de bir şey söylemeden geçemeyeceğim; bu çözülmeyen sorunlar kumbarasında gösterdiğin azmi, para biriktirirken göstersen iki yüz bin için yolu yarılamıştın, haberin olsun.
"Gerçekten o kadar mükemmel mi?"
Her şey mükemmel gibi görünüyor eyvallah, ama görünüyor sadece. Aslında öyle düşüncesizlikler var ki işin içinde. Mesela Ömer'in yaptığı düşüncesizliklerden bir iki tane sıralayayım şuraya: (Sadece son bölümden olanlar, dahası var çünkü.)
1.Özel şoförüm var, ama hala "müstakbel eşim" otobüs, metrobüs geliyor kahvaltımı hazırlamaya. (Göndersene Şükrü'yü, sabahları Defne'yi alsın evden. Adam zaten boş boş kapıda bekliyor.)
2.Akşamları iş çıkışı şoförüm ile evime dönüyorum ama "müstakbel eşim" yine otobüs, metrobüse talim. (Eve yarım saat geç gidiver, ne olacak?)
3.Akşam amcama gidiyorum ve "müstakbel eşimle" karşılaşıyorum "Aaa, ne işin var senin burada?" bir hafta sonra evleneceğiz, birbirimizden haberimiz yok (Bu madde ikisi için de geçerli.)
4.Çayı tek şekerli içtiğini biliyorum, çünkü ofiste görüyorum (iyi bir gözlemciyim) ama sıcak çikolata sevdiğinden haberim yok "müstakbel eşimin". Neden? Çünkü bir cafeye gidip iki kelam sohbet edip baş başa vakit geçirmedik hiç. E, ofiste de sıcak çikolata servisi yok, haliyle bilmiyorum.
Ondan sonra kalem takımının üstüne defne yaprağı koydu, bak bak incelikten kırılacak. Ben ne adamlar biliyorum sevgilisini taksiyle evinin kapısına bırakıp cebinde parası olmadığı için evine tabanvay dönüyor. (şunun egosunu şişirip durmayın) "Emek nerede emek Ömer efendi!"
"Bu yılın Kiralık Aşk sorunu GÜVEN."
Ömer'de taze bitmiş, zaten bunu biliyoruz. Her fırsatta gözümüze gözümüze sokuyor zaten bunu hikaye, elde var bir. Defne ise insanlara güveniyor, orada sıkıntı yok, hatta bazen gereğinden fazla güveniyor. "Sevgiye güveni var mı?" dersek maalesef orada tıkanır kalırız. Haliyle Defne'nin sevgiye güveni yok. Annesi bırakıp gitmiş, nasıl sevgiye güveni olsun ki? Doğal olarak gerçeklerle yüzleşirse terk edileceğinden adı kadar emin, çünkü hikaye bizim kadar onun da gözüne sokuyor Ömer'in güven sorunlarını. Tel maşa bir güven var ortada, en ufak bir sorunda çatırdıyor. Bir tanıyabilseler birbirlerini güvenecekler de, işte biri sessiz sinema oynar, öbürü trencilik.
"Ne kadar tanıyorlar birbirlerini, ne paylaştılar ki ?"
Ve işte bizi çıkmaza sokan sorunun cevabına geldi sıra; az-çok tanıyorlar, paylaşayazdılar barışık kalabildikleri zamanlarda. Eh be kardeşim gelmişsiniz evlenme teklifi/kabulü kıvamına. "Nerede evlensek?" diye plan yapıyorsunuz, oldu mu bu şimdi böyle?
Gözüme batan bir çok şey var bu tanıma, paylaşma listesinde. onlardan da birkaç örnek verip bitireyim artık.