Daredevil'ın başarısının sırrı ne?

Daredevil'ın başarısının sırrı ne?
Matt Murdock, Daredevil kostümüyle...
Netflix'in nisan ayında yayımladığı Daredevil şimdiye kadar isminden hep övgüyle birlikte söz ettirdi. Televizyonda ve sinemada bolca çizgi roman uyarlamasının olduğu ve bir kısmının acımasızca eleştirildiği bu günlerde Daredevil'ın adı öne çıkmayı bir şekilde başardı. Peki ama Marvel, Daredevil'la birlikte neyi doğru yaptı ki dizi bu kadar beğenildi?

Büyük ihtimalle Daredevil'ın en büyük artısı Marvel'ın bu proje için Netflix'la anlaşması oldu. Her ne kadar biz Türk izleyiciler olarak Netflix'e çok aşina olmasak da, Netflix orijinal dizilerinin bir sezonda yer alan bölümlerini aynı günde yayımlamayı tercih ediyor. Bu da hem onu platform olarak öne çıkartmaya yardımcı oluyor, hem de projelerine televizyonda yayımlanan dizilerden bir farklılık kazandırıyor. Yapımın bir bölümünü izleyen seyirciler rahatça bir sonraki bölüme geçebiliyor. Yeni bölümü izleyebilmek için bir hafta veya daha fazla beklemenin gerekmiyor oluşu dizinin izleyici kendisini hatırlatma zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Öte yandan bölümlerin heyecanlı bir şekilde son bulması durumunu da gereksizleştiriyor. Televizyonda ekrana gelen bir dizi bölümü merak uyandıracak bir biçimde bitirmek zorunda.

Yapımlar böylece izleyicilerin gelecek hafta da ekran başına geçip yeni bölümü seyredeceklerini garantilemeye çalışıyor. Zaten tüm sezonu aynı gün yayımlanan bir dizi için bu gereksiz bir çaba haline dönüşüyor. Ancak Netflix'te bölüm ne kadar heyecanlı sonlanırsa sonlansın, izleyici o merakını iki dakika içinde giderebilir. Platformun yapımlarındaki bu fark da dizilerine büyük bir özgürlük bahşediyor. Öncelikle yazarlar bölümü merak uyandıracak bir hikaye akışına bağlamak zorunda kalmıyor. Böylece bölüm içinde izleyicinin görmek için can attığı şeylere yer verme fırsatı bulabiliyorlar.

Bu şekilde de dizi aslında 13 bölümden oluşuyormuş gibi olmanın ötesinde 13 saatlik bir film havasına bürünüyor. Parça parça izlediğiniz bir yapım olmaktan çıkıyor, sezon kendi içinde bir bütünlüğe kavuşuyor. Peki ama bu bütünlüğü bu kadar önemli kılan ne? Sadece izleyicinin istediği detayları sunacak zamanın artması mı? Cevap elbette hayır. Bu aynı zamanda yazara, karakterleri gerçekçi bir şekilde geliştirecek fırsatı tanıyor. Yeni yayımlanmaya başlayan bir dizi, karakterleri olabildiğince hızlı tanıtmalı, üstüne üstlük izleyicide ilgi ve merak yaratmayı başarmalı.

Tüm bunları 40 dakika gibi bir zaman zarfında yapma zorunluluğu, önemli görülebilecek noktaların atlanmasına, bir anlamda da Amerikan dizilerinin tek tipleşmesine neden oluyor. 40 dakikadan oluşan bu süreç, o bölümlük hikayenin kısıtlı süre zarfında giriş, gelişme ve sonuç olarak ayrılmasına neden oluyor. Daredevil içinse bu durum geçerli değil. Daredevil'da sezonun tamamı giriş, gelişme ve sonuç şeklinde ayrılmış. Her bölüm bu görev dağılımında bir yere sahip. Netflix'te yayımlanmanın yardımıyla, yazarlar ilk bölümlerde bizlere Matt Murdock karakterini, onun çevresindekileri ve Hell's Kitchen'ı derinlemesine tanıtma fırsatına kavuşmuş.

İzleyici, görme yetisini kaybetmiş ancak beraberinde başka yeteneklere kavuşmuş bir adamın neden kendini Hell's Kitchen'da adaleti sağlamaya adadığını rahat bir şekilde anlayabiliyor. Hatta dizi görülebilecek en sıradan sahnelerden biriyle başlıyor. Matt'ın kilisedeki itiraf süreci televizyondaki dizilerde göremeyeceğimiz türden bir sahne. Üstelik başta oldukça sıkıcı bir etki yaratıyor. Ancak aslında karakterin özünü yansıtmak açısından başarılı bir tercih. Onun yerine Matt Murdock'ı Hollywood üsulü bir şekilde mahkemede avukatlığının doruklarında görseydik, bu başarılı adamın neden gecelerini suçluları döverek harcadığını anlama fırsatımız olmazdı. Ya da tam tersi, onu yetersiz bir avukat olarak görsek, kariyerindeki bu başarısızlığın onu kahramanlığa yönelttiğini zannedebilirdik.

Öte yandan yakından tanıdığımız tek karakter Matt Murdock da olmuyor. Başta bir gölge olan, ismi bile anılmayan Wilson Fisk'i de bir süre sonra yakından görmeye başlıyoruz. Geçmişinde yaşadıkları, onu Hell's Kitchen'da bu noktaya getiren aşamalar, neden bu şekilde düşündüğü veya neden böyle bir adam olduğunu net bir şekilde anlayabiliyoruz. Gördüklerimiz ve anladıklarımız onunla empati kurmaya yeterli olmasa da, kahramanımızın düşman olarak bellediği kişinin motivasyonunun ne olduğunu olayları onula birlikte görerek öğreniyoruz. Tabii bunda Wilson Fisk karakterini canlandıran Vincent D'Onofrio'nun başarılı oyunculuğunun da büyük bir katkısı var. Kendine özgü bir tavrı ve konuşma tarzı olan Fisk, dizide oldukça güzel yansıtılıyor. Konuşmasındaki o özgün tavır, Fisk'in farklı dillerde konuştuğu sahnelerde bile kaybolmuyor. Çocukluğunu ve kim olduğunu ona hatırlatan alçı duvar ve o duvara benzeyen tabloyu satın alışı bize onun gerçek bir karakter olduğunu hissettiriyor.

Bu gerçeklik hissiyatı onla sınırlı değil. Aynı durum Matt Murdock ve dizideki karakterlerin büyük çoğunluğu için de geçerli. Daredevil'ın bölümlerinin ilk yayımlandığı günlerde ses getiren bir dövüş sahnesi vardı. Bir koridorda geçen bu sahnede Matt, tam anlamıyla iyileşmemiş bir halde ufak bir çocuğu kurtarmaya gidiyor. O halde kalabalık bir grupla dövüşmesi gereken Matt'in tavırlarındaki yorgunluk, derin nefes alışları, durmaksızın birilerini devirmeye çalışmak yerine arada duraksaması onun da bir insan olduğu hissiyatını sağlamlaştırıyordu. Evet, karşımızda kendini adaleti sağlamaya adamış biri var ancak bu alıştığımız gibi bir tanrı, bir süper asker değil. Sıradan bir insan. O da yaralanıyor, dövüşürken yoruluyor. Öte yandan karakterlerin gerçekçi tepkileri de bu inandırıcılıkta önemli bir faktör. Foggy Nelson'ın Matt'in Daredevil olduğunu öğrenmesi ve bu yeni duruma karşı tavrı dizideki inandırıcı tepkilere güzel bir örnek. Foggy'nin şaşkınlığı, yönelttiği sorular, yeni edindiği bilgileri sindirmekte zorlanışı, Matt'in sözlerine hemen inanmayışı ve tüm olanları algılayabilmek için uzaklaşma ihtiyacı duyması gerçek hayatta böyle bi durumu yaşan herhanhi bir insanın tavırlarına oldukça uygundu. Yapım Hollywood'un "Ben bu adamı yakından tanıyorum ve seviyorum o halde yaptığı her şeyde haklı olmalı. Ona hemen inanmalıyım." klişesini görmezden geliyor. Bu da aksiyon bazlı yapımları izlemeye alışkın olan ya da çizgi roman uyarlaması yapımları takip eden izleyiciler için pek alışılmış bir durum değil doğrusu.

Öte yandan Daredevil oldukça karanlık bir dünyaya sahip.  Bu yönden Daredevil'ın televizyona uyarlanmaya çalışışması hikaye açısından çok kötü sonuçlar doğurabilirdi. Daredevil'ın sahip olması gereken o karanlık havanın tutturulamaması karakterin özünü ortayan kaldıracaktı. Hell's Kitchen hafif bir şekilde ele alınabilecek bir ortam olmaktan çok, acımasızlığın ve çıkarcılığın hakim olduğu bir ortam. Bu da genel kitleye hitap etmeye uygun niteliklere sahip olmadığı anlamına geliyor. Dizide yer alan ve gereksiz hissettirmeyen şiddet sahneleri ve dövüş sahnelerinde net olarak görünen kan gibi faktörler Daredevil bir ulusal kanalda yayımlanamayacağı ya da yayımlansa da bu şekilde olmayacağı anlamına geliyor. Hikayenin herkese uygun hale getirilmeye çalışılmamış olması Daredevil'ı başarılı kılan bir başka faktör.

Süper kahramanları genelde film veya 40 dakikalık diziler gibi kısıtlı türlerde izlemenin bir başka götürüsü de kahramanın oluşum sürecinin eksik hissettirmesi. Daredevil'da bu eksikliğin olmayışı dizinin hanesine bir başka artı daha yazdırıyor. Henüz Daredevil ismine bile sahip olmayan Matt, kostümsüz bir şekilde suçlularla mücadeleye başlıyor. Zamanla aldığı hayati yaralar ona daha iyi bir kostüme ihtiyacı olduğunu öğretiyor. Başta bu fikri reddetse de, hafif ancak kendini koruyabilecek bir kostüm ihtimali sezon sonunda Matt'e de cazip geliyor. Böylece sezon finalinde Matt Murdock'ı çizgi romanlarda görmeye alıştığımız kırmızı kostümüyle görebiliyor. Bu süreç de tıpkı ona Daredevil isminin verilmesi gibi belli bir sürenin ardından yaşanıyor. Başta "Man in black" (Siyahlı adam) ardından "Devil of the Hell's Kitchen" (Hell's Kitchen'ın şeytanı) olarak anılan Matt, sezon finalinde Daredevil ismine kavuşuyor. Onun gökyüzünden bir kostüm ve isimle inmiyor oluşu da Daredevil'ı gerçekçileştiriyor.

Burada saydığım ve aklıma gelmeyen daha birçok faktör Daredevil'ı izleyicilere yeniden sevdirdi. Üstelik daha önce oldukça başarısız bir filmle seyircilerin karşısına çıkmış bir karakter için bu çok da basit bir görev değildi. Yine de hem oyuncuların başarısı, hem Daredevil'ın orijinal havasına bağlı kalışı hem de dizinin Netflix'te ekrana gelmesi karşımıza beklediğimizden çok daha iyi bir yapım çıkarttı. Her ne kadar Netflix faktöründen ötürü Daredevil'ı diğer çizgi roman yapımlarıyla kıyaslamak doğru olmasa da, uyarlama açısından karşımızda diğerlerine nazaran daha başarılı bir iş olduğu kesin.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER