Solo: "gereksiz" bir Star Wars hikayesi

Solo:
Merak ediyorum, acaba bir Star Wars, Marvel ya da DC filminin fragmanına bakıp “Kötü gözüküyor, gitmeyeceğim,” diyeceğim bir gün gelecek mi. Uzaklarda bir yerde, 20 yıl sonra belki… Ama şimdilik, Disney de benim kadar iyi biliyor ki ne olursa olsun Solo: A Star Wars Story’i izleyecektim. Ve benim gibi milyonlarca kişi vardı.

Bu bilgi ışığında film tek bir risk almadan, gram efor sarf etmeden bize bildiğimiz ve sevdiğimiz karakterlerle iki saat verip aradan çekiliyor. “Para için yapıyor, pis kapitalistler!” bakış açısına katılmıyorum. Bu kadar tepkiliysek bilet almayıp onlara günlerini göstermemiz mümkün zira. Üstelik izlediğim film harika olmasa da gittiğime pişman edecek kadar kötü de değil. Bu işin bir formülü olduğunu biliyor ve onu becerikli bir şekilde kullanıyor işte. Ondan daha fazlasını beklememize de sistem izin vermiyor zaten.

Çok sevdiğim Phil Lord ve Chris Miller’ın projeden ayrılmasından sonra (acaba nasıl güzel saçmalamışlardı, kim bilir...) yönetmenlik koltuğuna geçen Ron Howard’ın filmografisi malumunuz. Gerçekten iyi filmlere imza atmışlığı var. Burada kendini ne kadar ortaya koyabilirdi de koymadı, bilmiyorum. O yüzden fazla yüklenmemeye çalışacağım. Ancak filmin birçok sahnesi o kadar küçük ölçekli, o kadar vizyonsuz ki kısa sürede çekilen, bütçe sıkıntılı bağımsız filmlerin çapına anca erişiyor. Film, bir parodi izlediğiniz endişesine kapılmanızı sağlayacak kadar kötü diyolaglarla başlıyor ve kırmızı alarm çalıyor. Sonrasında Rush gibi bir film çekebilmiş bir yönetmenin elinden çıktığına inanamayacağınız sıkıcılıkta bir araba kovalamacası izliyoruz ki evlerden ırak. Sonra bir takım olaylar silsilesi ve tanıdığımız Han’ın yaşadığı maceralar… Genç Han Solo’yu alıp “ve olaylar gelişir,” baştan savmışlığıyla hikayenin başına geçmişler gibi.

Alden Ehrenreich çok tanıdığım bir oyuncu değil. Seçilmesinin ardından gelen tepkileri haksız çıkaracak bir performans sergilediğini ne yazık ki söyleyemiyorum. Evet, Harrison Ford’un çıkarttığı karakterden çok da uzaklaşamazdı belki. Ancak karaktere gram bir şey katmadan, senaryonun asla derinleştirmeye uğraşmadığı bir karton üzerine “taklit” yapmaktan ibaret kalması da hoş değil. Film esnasında alışsanız da gerekli karizma ve ukalalıktan uzak; imitasyon Solo olmaktan pek uzaklaştığı söylenemez. Zaten filmin arkasındaki isimler de bu sorunun farkında olacak ki adı Solo olan filmi bir ekip hikayesine çevirip yan karakterlere yüklenmişler, yükü dağıtmaya çabalamışlar. Bu konuda en büyük başarıyı, görünüşe göre herkesin hemfikir olduğu gibi, Donald Glover göstermiş. Lando’nun tadına doyamadım diyebilirim. Son yıllarda en çok hayran olduğum kişi olan Phoebe Waller-Bridge de beni epey eğlendirdi ve bir Star Wars filminde olmasıyla göğsümü kabarttı. Ekibin geri kalanı da kendilerine veren malzemeyi yeterince iyi kullanıp paralarını almışlar işte, ben niye çenemi yorayım bu umursamazlık karşısında, bilemedim.

Aksiyon sahnelerine gelince… Sanırım görsel efekt teknolojisinin bu kadar geliştiği bir dönemde yaşayan filmseverler olarak hayal gücü çok geniş bir yönetmene denk geldiğimiz istisnalar dışında heyecan verici aksiyon sahneleri görmeyi artık unutabiliriz. Filmi izlerken memnuniyetsizliğimi “Bugüne kadar görmediğin ne kaldı ki sanki?” diyerek giderdim. Solo’nun en güzel aksiyon sekansı (ki daha yaratıcı bir yönetmenin elinde çok daha güzel olurdu) çok erken geliyor ve sonrasında onu aşacak yaratıcılıkta bir şey göstermeden, sıradan bir aksiyon olarak devam ediyor. Siz de ifadesiz gözlerle perdede olup biteni izliyorsunuz mecburen. Hikayede dönülen virajlar ve sürprizler de son derece tahmin edilebilir olduğu için, büyük tempo sorunu da bir türlü aşılamadığından, zaman zaman sıkılmamak elde değil.

Bu spin-off filmlerine derhal yeni bir misyon yüklemeleri ve gerekirse daha düşük bütçelerle, daha riskli projelere imza atmaları gerektiğine inanıyorum. “Bu karakter/olay nasıl bildiğimiz hale geldi?” merakı seyirciyi sinemaya çekecek kadar güçlü bir motivasyon değil zira. Mitolojiye yeni karakter eklemek gibi bir dertleri olmadığı, hatta aktif olarak buna karşı eylemlerde bulundukları için, gitme sebebimiz evrene katılan yeni karakterlerle tanışmak da değil. İçerik tüketim seçeneklerimizin tavan yaptığı 2018 yılında yazın gülüp eğleneceğimiz bir macera için sinemaya koşmaya sıradan seyirci ne kadar devam eder, emin değilim? Bu filmden çok bir şey beklemiyordum, bu yüzden beklediğim kadarını aldım. Ne çok iyiydi, ne çok kötü. İzledik, çıktık. Yazıyı biraz daha yazmasaydım unutup gidecektim hatta.

Ama sonuçta Star Wars değil mi? Gidip izleyeceğiz en nihayetinde. O yüzden gitmeyin diyemiyorum, gidin de zaten. Ama artık ya “eğlenip çıkmayı” kabullenelim, ya da gerçekten seyirci olarak tepkimizi koyalım derim ben. Zira gidişat parlak değil. Kendi canımızı sıkıyoruz, bize yazık… Herkese iyi eğlenceler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER