Ali Atay’ın yönettiği,
yerli mizah takipçilerinin tanıdığı senaristlerin kaleminden çıkma Ölümlü Dünya çoktan parlamış ve parlama
potansiyeli yüksek genç komedi yıldızlarıyla nihayet vizyonda.
Ne yalan
söyleyeyim, ne Onur Ünlü tayfasının, ne Leyla
ile Mecnun mizahının, ne de absürt komedinin müşterisiyim. Ama ekibin dört
bölüm halinde yayınladığı müthiş PR fikir toplantılarına tav olup, bir filan da
ben dikmeye karar verdim ve sinemaya son derece kalbi ve zihni açık şekilde
gittim.
Elimizde şahane
bir konsept, şahane bir kadro ve şahane bir hikaye var. Bir filmi
değerlendirirken sürekli başka yapıtlarla bağlantı kuran insanlardan midem
bulanır ve bunu yapmaktan ciddi anlamda nefret ederim ama Ölümlü Dünya izlerken insanın aklı ister istemez The Americans, John Wick ve Kingsman’e gidiveriyor. Aslında bu
saydığım işler son derece öykünülesi, son derece iyi filmler olduğundan bu
sosta başka bir paket yaratılmasına hiçbir itirazım yok. Ancak biri üşenmeyip Kingsman’in efsaneleşen malum aksiyon
sahnesiyle bu filmi izlediğinizde hemen neden bahsettiğimi anlayacağınız
sahnesini, kamera hareketlerini, kurgusunu incelesin isterim… İlginç.
Film, dışarıdan bakıldığında bir Anadolu yemekleri
lokantası işletiyormuş gibi duran Mermer Ailesi ve bataklığa sürüklediklerinin
hikayesini anlatıyor. Aksiyonu ve mizahı bol bir film çıkmış ortaya, yönetmenin
peşine düştüğü iş kalemlerini tek tek yaptığını söylemek mümkün. Mesele, ne
kadar iyi yaptığında. Sorun filmin besbelli öykündüğü seviyelere bir türlü
çıkamıyor oluşu. Son yıllarda alışageldiğimiz, adeta dans gibi aksiyon
sahneleri sunmaya çalışırken bir türlü başarılamamış. Hatırı sayılır miktardaki
aksiyon sahnelerinin hemen hiçbiri beni etkilemedi, yeni bir şey sunmadı. Buna kurguda
verilen enteresan kararlar ve sinema diline geçtiği güne lanet okuduğum “siyaha
düşme” efektinin bol bol kullanımıyla hikaye akışına defalarca verilen esler
eklenince yeterince iyi ama yeterince parlak olmayan bir sonuca ulaşıldığını
söyleyebilirim.
Peşpeşe vizyona
giren Daha ve Ölümlü Dünya gösterdi ki Ahmet Mümtaz Taylan çok büyük oyuncu. Ama
öyle böyle büyük değil. Haliyle etrafındakileri de yukarılara çekiyor. Ancak
her süper kahramanın gücü de bir yere kadar. Açıkçası ben Sarp Apak ve İrem Sak’tan
hep aynı performansları izlemekten çok yorulduğumu artık bu filmle kesin olarak
anladım. Sanki sanatlarına yeni açılım arayışlarına artık girseler, biraz daha
çalışsalar hiç fena olmayacak. İkisi de komedi için ortalamanın epey üzerinde güzellikte
ve yakışıklılıkta insanlar, ki bu hiç yadsınamayacak ve ender görülen bir
hadise. Bunu da kullanarak çok farklı işler ortaya çıkarabilirler, çıkarsalar
ne güzel olur.
İlk kez bu filmde izlediğim Meltem Kaptan ve Doğu Demirkol kendilerinden
bekleneni fazlasıyla verirken Özgür Emre Yıldırım hep benzer delikanlılarda
izlesem de şimdilik şikayet etmeyeceğim bir oyuncu olmaya devam ediyor. Filmi
epey geriye çeken isim ise senaryo ekibinde de adını gördüğümüz Feyyaz Yiğit
Çakmak. Kendisiyle ilgili uzun süredir beslediğim hissiyatın ne kadar doğru
olduğunu bir kez daha gördüm: küçük dozlarda kullanıldığında çok komik bir adam. Yukarıda
bahsettiğim PR videolarında mesela, harika! Ama film haddinden fazla sırtını
ona dayadığında büyük hasar görmüş, mizah yumruklarını hep aynı yönden
atan bir adamdan her seferinde darbe yiyip etkilenmemizi bekleyerek hata etmiş.
Yakın zamanda Türk
komedisinin en iyi örneklerinden birini Aile
Arasında ile izlemiş bir seyirci olarak filmle ilgili sorunum Mermer Ailesi'ne inanmamamla başladı aslında. Kadro bireysel olarak çok iyi performans
sergilese de bir topluluk olarak beni kendilerine inandıramadılar. Ne babaya
ikna oldum, ne kardeşlere, ne yengeye. Birbirlerinden beslendikleri komik
mizansenler yakalanmışsa da filmin genelinde bir aileyle çılgın bir maceraya
çıktığım hissiyatına kapılamadım. Perdeden bana sunulan espriler bariz, -benim
de görebildiğim- bir şekilde kağıt üzerinde komikti, eminim. Ancak komedi
zamanlaması ve ritmi bir türlü tutmamış, müzik kullanımı yerli yerine
oturmamış, kurguda garip boşluklar yaratılmışken ne yazık ki bu komik espriler
ne bende, ne de salondaki seyircilerde kahkaha reaksiyonu yaratmadı. Daha önce
hiçbir filmde rastlamadığım bir perdeden seyirciye geçmeme durumu vardı ki,
aslında adını koymakta çok zorlanıyorum. Film, kendini çok akıllı zannediyor,
çok acayip ve eşi benzeri görülmemiş virajlar aldığını düşünerek gösterim
boyunca göğsü kabarık bir şekilde akmaya devam ediyor ancak bu özgüvenin altı
dolu değil, öyle anlatmaya çalışayım. Bu ukalalık bir süre sonra canınızı
sıkmaya başlıyor, filmi daha çok itiyorsunuz farkında olmayarak.
Absürt komedi
sevmediğim için senaryoya hakkını tamamıyla teslim edemiyor oluşumu baştan
kabul edebilirim. Ancak okun yaydan çıkmasıyla zıvanadan çıkması çok farklı
şeyler. İkincisi çok tehlikeli. Bu filmin hikaye akışına kendimi sorunsuzca
kaptırdım, itirazım da pek yoktu. Ancak Doğu Demirkol’un karakteri üzerinden
hikayeye attırılan bir tur var ki, orada iplerim koptu. Absürtlüğün altında
eser miktar mantık olmadığı zaman tüm bina inşaatının çökeceğine kalıbımı zaten
basardım, artık Ölümlü Dünya’yı örnek
göstererek kanıtlarla konuşacağım. Hele filmin bir finali var ki, hikayesini
kesinlikle toparlamadan, “hadi siz de biz de yorulduk gari, dağılalım”
kafasıyla öyle beklenmedik bir anda bitiyor ve kendini paketliyor ki şoku atlatıp salondan çıkabilmem biraz zaman aldı. Arkası sağlam bir Hollywood filmi
olsa kendini devam filmine saklıyor diye küfreder geçerdik ama durum öyle de
olmayınca insanın aklı pek almıyor doğrusu.
Çok olumsuz
yazdım belki ancak garantici olmayan, farklı şeyler yapmayı deneyen, yapımcısının
kalbini ve aklını çalıp korkarım ki haddinden fazla iddiayla 278 lokasyonda
vizyona giren bir Türk filmini ne olursa olsun desteklemek, bir değil bin filan
dikmek gerektiği hissiyatım baki. Çünkü ne olursa olsun, filmin ardında büyük
bir tutku, emek ve heves olduğu apaçık görülebiliyor. Daha iyileri için bu
hevese körükle gitmeyelim de ne yapalım Allah aşkına?..
Filmden çok daha iyi PR videolarının ilkini şuraya bırakayım; dördünü de silip süpürün, şiddetle tavsiyemdir.