Selamlar!
Özlediğimiz etkinliklerde bu hafta güncel dizi yorumu yazmak varmış. Bitmeyen pandemi döneminin ve ardı arkası kesilmez Türkiye gündeminin bendeki en etkili panzehiri yine ve yeniden yerli dizilere sığınmak olduğu için işbu yazıyla sahalara geri dönmeye karar verdim. Daha doğrusu, başladığı günden beri öyle ya da böyle takip ettiğim, bu zor zamanlarda hikâyesiyle beni güzel duygulara gark eden Son Yaz hakkında bir şeyler söylemek istedim. Azıcık gürültü yapıp gideceğim.
Öncelikle, sosyal hayatlarımız sekteye uğrayalı, bizler tam zamanlı evlerde yaşamaya başlayalı kaç gün oldu bilmiyorum; ama şahsen beni bu dönemde gerçeklerden uzaklaştırıp kurgunun korunaklı dünyasına almak suretiyle hayatta tutan bazı güzel hikâyeler oldu. Bayram öncesindeki kapanmada YouTube’dan şöyle bir tekrarlarına baktığım, boş zamanlarımda maraton koşar gibi (bazen x2’yle, bazen x1.5’la) şimdiye kadar yayımlanmış bölümlerini tekrar izlediğim ve hatta sırf bu yüzden günlük hayatımda etrafımda olan biten her şeyi iki kat hızlandırılmış görmeye başladığım Son Yaz bunlardan birisi. Pandemi ve yerli diziler yersiz uzadı gerçekten.
Dizinin ilk tanıtımları dönmeye başladığında, 2020 yılının sonlarında yani, “Funda Eryiğit’e anne rolü oynatan hayat bize neler yapmaz” diye dolaşıyordum. Zira dizide çocuklarını oynayan Hafsanur Sancaktutan ve Ata Nedim Arman’la aralarında sırasıyla 16 ve 20 yaş var. Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum, dizinin bütün hikâyesine ve karakterlerine inandım. Kara ailesinin şu an Çeşme’de, Adalet Sitesi’nde, başlarındaki çeşitli dertlerle yaşadığına neredeyse eminim. Bu inandırıcılıkta senaryonun olduğu kadar Funda Eryiğit ve Ali Atay’ın inanılmaz oyunculuklarının etkisinin olduğu aşikâr. Bizi gencecik yaşlarında tanışıp aşık olduklarına, üstüne gencecik yaşlarında evlenip iki de çocuk yaptıklarına inandırdılar.
Ben bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde yeni bölümün fragmanı henüz çıkmıştı. Gördüğüm kadarıyla dizinin fanları yayımlanan fragmanlardan biraz şikayetçi, reytingler de görece düşük geldiğinden (dizi ikinci sezon onayını almış görünse dahi) bir anda çıkabilecek bir final kararından ürküyorlar. Son bölüm totalde sekizinci, AB ve ABC’de beşinci olmuş. Üstelik üç haftalık bir covid bekleyişi vardı, oyuncular canlı yayınlar ve set fotoğraflarıyla sosyal medyayı kullandı, önceki bölümün finali pek havada kalmamış olsa da izleyiciyi meraklandıracak ögeler mevcuttu. Bunlara rağmen shareler düşük gelmiş. Sahiden bölümü izleyince fragmanlar ve ön izlemelerde kullanılan sahnelerin tatminleri karşılamadığı söylenebilir.
Yeni fragman ise zannediyorum ki biraz daha alevli. Bazı soruların cevabını güzelce veriyor, aynı zamanda da bazı yeni sorular yaratıyor. Bakınız, Yağmur ölecek mi diye 2 buçuk saat boyunca meraklanmayacağımızı anlamış olduk. Gözyaşı ve haykırışlarla hastane koridorlarında geçen bir bölüm izleyecek olsak zaten diziyi izlemiyor olurduk. Olayların kısmen hızlı çözülüyor olması ve hemen ardından yeni düğümlerin yaratılması izleyicinin kangren olmasını önlüyor. Diziye dair sevdiğimiz şeylerden biri de bu. Yağmur ve Kaan hastaneye kaldırılıyor (bkz. Çeşme Devlet Hastanesi mi orası?), aileler perişan, ameliyatlar, hafıza kayıpları derken Yağmur hasta yatağından “Aşkım, Akgün” diye sesleniyor ve fragman bir anlığına güzelleşiyor. Bu arada Yağmur’un Kaan’ı almaya giderken arabanın frenlerinin çalışmadığını fark etmesine rağmen arabayı kullanmaya devam etmesi zekasını anne ya da babasından almamış olduğunu gösterdi ama bu konuya daha sonra değiniriz.
Emeğe saygı.
Bu arada bölüm bir değil iki cliffhanger’la bittiği için biraz heyecanlanmıştık, zira Savcımı gözaltına almaya karar verdiklerinde Yağmur ve Kaan kaza yaptığı için işler daha da karışacaktı ama hastane sahnelerinde gördüğümüz kadarıyla Selim ve Canan olay yerine birlikte intikal ediyorlar. Konu açılmışken şunu da sormak isterim: Boran Yaman, Metin üzerinden Selim Kara’ya rüşvet teklif etmiş gibi bir ortam yaratarak Selim’i zanlı konumuna düşürüyor; fakat bu noktada rüşveti alan kadar veren de suçlu. Yani bu oyunun kaybedeni Selim olduğu kadar Boran da aslında; meselede kaçırdığım bir nokta mı var yoksa olay başka bir yere mi bağlanacak emin olamıyorum.
Halil Sadi bilinmezliği ise nereye varacak merak ediyorum. Sezon sonunda kendisini ete kemiğe bürünmüş halde görür müyüz, yoksa aynı hikâye ikinci sezonda da devam mı eder bakacağız. Çünkü pek çok antagonistle iç içe olsak dahi gizemini koruyan asıl kötü karakterimiz boğuk sesiyle Halil Sadi Sancaktar. Bu konuda da epey teori var aslında. Gökhan’ın Halil Sadi’yle olan bağlantısının Halil Sadi’nin öz oğlu olmasından ileri geldiğini söyleyenler var. Bu, aslında bazı şeyleri gayet güzel açıklıyor. Yağmur’un DNA testi yaptırmak için Soner’in evinden aldığı saç ve kahve fincanının aslında kimlere ait olduğunu bilmiyoruz. Bana en makul görünen de saçın Soner’e ait olması, böylece Gökhan ve Soner’in kardeş çıkması. Gökhan’ın vücudundaki pek çok yara ve dövme, yine karnındaki üstü kapatılmış yara pekâlâ Soner’den aldığı böbreği işaret ediyor olabilir. Bu beyin tümörü meselesi ise birkaç bölümdür işlenmiyor sanırım, oradan da başka bir hikâye çıkabilir.
Ayrıca, önceki bölümde karakol sahnesinde kapı önünde konuşan Selim-Soner-Canan-Akgün dörtlüsünden Canan’ın Soner’e bir anlık manidar bakışı vardı, fark eden olmuştur illaki. Bunu nereye yormalıyız henüz bilmiyorum; ama Selim’in “Benim babam suçlu, benim babam annemi öldürdü” itiraflarının bir anda ortaya çıkmasının bir anlamı olmalı. Bu da bizi bir diğer teoriye götürüyor ve kendimizi Halil Sadi gerçekten Selim’in babası olabilir mi, diye düşünürken buluyoruz. Yine birkaç bölüm önce (baktım, 16’ymış), Canan ve Selim’in bahçedeki bir konuşmasında Canan Selim’e şunları söylüyor: “Şimdi biri çıksa, dese ki ben senin ailendenim, kardeşinim dese, sen onu görmek, gidip tanışmak istemez misin? Ben biliyorum sen koşa koşa gidersin.” Bu replik, Soner ve Selim’in Halil Sadi üzerinden kardeş çıkması foreshadowing’iyse ve karakol sahnesindeki Canan-Soner bakışmasının bununla bir ilgisi varsa senaristleri ayrıca kutlamak lazım.
Yazı devam ediyor...