Bir Aile Hikayesi: Aynı gün doğan dört insan

Bir Aile Hikayesi: Aynı gün doğan dört insan
Anlatılan şeyler sanki bir yandan yaşanıyormuş gibi hissettiren bir hikaye This Is Us. Büyük büyük olayların yaşanmadığı ama bir tebessümün bile gözleri doldurabildiği çok duygusal bir hikaye. İzlerken bende çok farklı bir tat bırakan dizi ülkemiz sınırlarına girdi. Uyarlama senaryo izlemek bende bir antipati yaratmadığı için endişeden öte merak besliyordum bu hikayeye dair. 

Bir Aile Hikayesi, This Is Us’ın hikaye örgüsünün sınırlarını aşmadan bir rota çizmiş kendine. ‘Acaba nasıl bir hikaye anlatacaklar?’ sorusuyla değil de ‘Bana ne hissettirecekler?’ düşüncesiyle izledim ilk bölümü. Hikayenin genelinde büyük manevralar yapmalarını gerektirecek farklılıklar da olmadığı için böyle gider algısı da oluşmadı değil. Bu durum "Ee madem aynı şeyleri izleyeceğim, gideyim de bir kez daha This Is Us izleyeyim." dedirtebilir bir zaman sonra. 

This Is Us, aynı gün doğan dört insanın hikayesi olsa da, o hikayenin baş kahramanı Jack Pearson benim için. Birçok seyirci için de öyle olduğuna eminim. Hatalarına, kusurlarına rağmen en can sıkıcı durumda dahi o anı kurtaracak adımlar atmasını severdim Jack’in. Bu sebeple Cem’e koşulsuz şartsız inanmak istedim. Fakat o duyguyu Celil Nalçakan’dan alamadım.

Keşke Berk’i anlatırken biraz babalarından da bahsetselerdi. Zira Berk’i doğru anlatabilmek için Cem’den destek almak şart. Bu haliyle çok ortalarda dolanan bir karakter Berk. Beste’ye bu kadar karışmasından ise rahatsız oldum.  

Genel olarak Beste’nin enerjisini sevdim. Erdem’le de çok hoş görünüyorlar. Fakat Elçin Afacan 35 yaşında görünmüyor, izlerken sürekli "Nasıl 35 yaşında yaa?" tepkisi verdim. 

Peki Mahur’un adı neden Mahur? Mert olsaydı mesela ya da başka bir şey. 35 yıl önce çocuğuna Beste adını koyabilen bir anne babadan bahsediyoruz. Diğer çocuklarından ayırmadıkları halde sırf evlatlık diye Mahur adını koymalarını beklememek lazım. Mahur’un babasıyla olan ilişkisi nasıl açılacak, neler olacak bakalım. Mahur’dan öte babasını uyarlamak daha zor zira. 

İlk bölümün tartışmasız en güzel tarafı Reyhan’dı. Songül Öden tepeden tırnağa nefis bir Reyhan çizmiş. Keyifle izledim kendisini. Rebecca pek de bayıldığım bir karakter değildi aslında.

Güzel bir hikaye anlatmanın, kendi yolunu çizmekten geçtiğine inanıyorum. O sebeple Google Translate yardımıyla tercüme edilmiş gibi duran diyaloglardan haz etmiyorum. Fakat bölüm boyunca hemen hemen her sahnede This Is Us’ın altyazısını okuyormuş gibi hissettim. Hal böyle olunca da zerre duygulanamadım izlerken. Berk için endişelenmem, Mahur çıldırmış gibi gülerken ağlamam gerekiyordu benim.

Zaten yavaş akan bir hikayeyi iki kat uzunlukta bir zaman dilimine sığdırınca yelkovan da yavaş hareket ediyor tabii anlıyorum. Ama hikayenin hiçbir manevrası olmayınca da kalbim kırılıveriyor. Üzerine bir de özensiz şarkı seçimleri eklenince, benim duygular paramparça. Sahiden, o şarkıları seçerken ne düşündünüz? Beni direkt dibe çekti de.

Başta da dedim ya; This Is Us izlerken Jack’in çevresindeki herkese dokunuşlarından etkilenen biriyim ben. Cem’in elini tüm karakterlerin üzerinde hissetmeliyim. Bunu hissedebilirsem Bir Aile Hikayesi’nin yolculuğuna da eşlik edebilirim. 

Tüm ekibin emeklerine sağlık, bol şans…



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER