Son Yaz:
Bu karanlık, bu ıslak, bu gürültü.
Nitelikli komplolarda 20. haftayı geride bırakmışız, kutlu olsun. Üç haftalık COVID arasından ötürü erken bir sezon finaline doğru yol alırken Selim Savcımın sorgu odasında da söylediği gibi “Her şey bu kadar iyi gidebilir mi ya? Hayatın akışına aykırı bu!” düzlüğüne gelmişiz (son düzlük mü dersiniz?). Zira bölüm içerisinde yolunda giden pek bir şey olmadı gibi. Hatta artırıyorum, zaman zaman ileriye taşınan bir hikâye bile izlemediğimizi düşündüm bölüm boyunca. Ama sonuç olarak, 140 dakikaya birden fazla aksiyon, çatışma ve iç sıkışıklığı sığdırmayı başarmış sevgili senaristler. Hepsinin merkezinde de karakterlerin ortak dramatik zaafı olarak Yağmur duruyor.

Hastane sahneleri hızlı açıldı. Fragmanların ve ön izlemelerin gereğinden fazla serimleyici olması nedeniyle Yağmur’un başına ilk etapta bir şey gelmeyeceğini zaten biliyorduk; ama yine de Selim ve Canan’ın hastaneye girer girmez öğrendikleri ilk şeyin Yağmur’un durumu olmasına ben biraz şaşırdım. Bölüm boyunca Yağmur’un fiziksel ve ruhsal durumu türlü dış etkenlerle o kadar değişecekti ki kaza sonrası sahnelerini izleyemedik bile diyebilirim. Her şey birkaç dakika içinde oldu ve bitti sanki. Araya da emniyet kemeri alt metinli kamu spotu sıkıştırmak ihmal edilmedi.


Bunları neden yalnız bıraktınız ya?

Bölümle ilgili genel sıkıntı, birkaç bölüme yayılması planlanan hikâyenin tek bölüme sıkıştırılmasından kaynaklanıyor olabilir. Çünkü bildiğim kadarıyla sezon finali için 24. ya da 25. bölümler konuşuluyordu. Set mecburi ara verince de sezon finali 21. bölüme alındı. Canan’ın dernek aracılığıyla avukatlığını yapacağı kadın hikâyesi de bu vesileyle askıya alındı zannediyorum. Haftada 150 sayfa senaryo yazıp çekmek zaten zor; ama görünen o ki, pandemi döneminde her şey daha da akıl almaz bir hale bürünüyor.

Son Yaz, kışın ortasında bir mafya dizisi olarak başladı ama İzmir’de mevsim yazdı. Zaman geçtikçe dizideki aşk ve komedi unsurları artmaya başladı, bir noktadan sonra kendisine ‘yaz dizisi’ diyebileceğimiz bir noktaya bile evrildi. Ama sanırım ben son bölümdeki arada kalmışlığı pek sevemedim. Dizinin başından beri hiç görmediğimiz bir çaresizlikle karşılaştı karakterler. İşin kötüsü bölüm hikâyesinin nereye gideceğini de daha izlemeden biliyorduk. Gerçekten, ya fragmanları daha kapalı yapmaya özen göstermeleri gerekiyor ya da ön izlemeleri azaltmaları, bilmiyorum. Hiçbir şeye şaşırmadan izledim bölümü, üstelik böyle olacağını tahmin ettiğimden ön izlemeleri görmezden gelmiştim.


Dede mi?

Sonuç olarak reytingler iyi gelmiş. Demek ki halkımız ne izleyeceğini önceden bildiği işleri izlemek istiyor… Şaka bir yana, bölümün aksiyonunun yüksek olması bir kesimi gerçekten heyecanlandırmış. Ne yazık ki ben heyecanlanamadım. Kaza yapan arabayı görmedik mesela, değil mi? Yağmur’un markası görünmesin diye arkası siyah bantla kapatılmış converse’ini gördük. Sonra yine aynı uçurumda Yağmur’un hastane bilekliğini gördük. Sanki Yağmur’a bir sürü sahne yazılmış da geriye kalan karakterler köşede olayları izliyor gibiydi bölüm biraz. Morfinin etkisi altındayken gördüğü rüya mesela? Yani sadece Akgün ve Yağmur severleri memnun etmek için çekilmiş bir sahneyse sahiden gereksiz. Yok, ilişkilerini cümle alem duysun istiyorsak Yağmur’un hasta yatağında iki kez Akgün’ün adını sayıklaması yeterli olurdu. Baya çoluklu çocuklu prodüksiyon var bir dakikalık sahnede. Ha ama Canan yok, Selim “Annen içeride” diyor ama kendisini Yağmur’un hayalinde görmüyoruz. Bu sahnenin de Canan’ı öldürmekle ilgili bir temsili varsa bu bizleri üzer.


Bu ekip değerlenir.

Fatih’in bir anda bambaşka bir insana dönüşmesi de oldukça tuhaf. Halil Sadi korkusundan Savcı’yla iş birliği yapıyor diyelim, hadi kötü bir insan da değil, zorunda kalmıştı mafyanın yanında durmaya, buna da tamam. E ama bu adam Canan’a aşıktı ya baya? Serap’ın yanından bir dakika ayrılmıyor şimdi. Ne oldu o kadar Sabahattin Ali edebiyatına, Bedri’ye filan?

Ayrıca, Savcıma kurulan rüşvet komplosu bize ne kazandırdı, bu da biraz sıkıntılı. Geçen bölüm yazımda rüşvet veren de suçludur, Boran Yaman’ın akıbeti ne olacak bu hususta demiştim. Bu bölümde finans müdürü kendini aklamak için böyle bir yola girmiş, ihbarı da bizzat Boran Yaman yapmış dediler. Savcım gözaltına alınmadı, görevden el çektirildi; ama sonra bütün karakolu önüne dizdi, yine emrini verdi. Rüşvet meselesinin katkısı ne oldu şimdi? Dizi hikâyesini biraz sıkışmış görüyorum açıkçası. Akgün’ün Altay’a olan borcunu ödetmeyi unutmuyorsunuz ama Fatih’in Canan’ı sevdiğini unutuyorsunuz.

Gökhan’ın motivasyonunu da hâlâ anlayamadım. Ne istiyor, Selçuk Taşkın’ı öldürmek mi, Halil Sadi’ye teslim etmek mi? Eğer planladığı gibi Akgün’ü öldürmek suretiyle Selçuk Taşkın’ı saklandığı yerden çıkarabilseydi bunu Halil Sadi istediği için yapmış olacaktı. Ama Akgün’ün arabasına müdahale edip Yağmur’u kaçırdığında Halil Sadi’den yardım istemiyor, hatta Halil Sadi’nin durumdan haberi bile yok gibi bir şey. Annesiyle kendisini ayırdığı için intikam almak istiyor desek, bölüm sonunda Selçuk Taşkın’ı rahatlıkla öldürebilirdi ama öldürmedi. Fatih’i darp ettikten sonra Kaan’ın kendisini görmüş olduğunu anladığı halde hastanede herkesin ortasında korkusuzca dolaşmaya devam etti. Yağmur’un gerçekleri nerede hatırlayacağı belli değil, ısrarla hatırlatmaya çalıştı durdu Yağmur’a da. Hastanede hatırlasa ne olacak yani? Nereden geliyor bu rahatlık anlamadım. Yağmur’un da Gökhan’a bu kadar güvenmesi çok saçma. Israr kıyamet kaza yerine götürttü kendini, hatırlayınca da koşarak kaçmaya çalıştı. Kaan pekâlâ gördüğünün Gökhan olduğunu söyleyecek fırsat bulamamış olabilirdi Yağmur’a. Arabaya biner binmez kaza yaptılar, Akgün’e de bir şey söyleyemeden şarampolden yuvarlandılar. Yağmur’un kaçmasına da gerek yoktu yani o son anda.


Halil Sadi mağdurları derneği.

Bölümle ilgili en çok beğenilen kısım final sahnesi olmuş. Gecenin bir köründe devletle mafya çatışırken silah tutanlar kadar bu tür olaylara pek de aşina olmayanların gösterilmesini ben de sevdim. Funda Eryiğit’e Hümeyra söyletmek kimin fikriyse kendisine ayrıca teşekkür ederim. Bölümle ilgili fikrimse ne yazık ki final sahnesinden sonra da değişmedi. Tek bir hikâye ve karakter üzerinden çok fazla çözülme yaşandığını; bu esnada diğer hikâyelerin yerinde saydığını düşünüyorum. Canan ve Selim’i geçtim, bölüm merkezinde hep Yağmur olmasına rağmen Akgün ve Yağmur sahnesi bile göremedik. Soner’i, Naz’ı, Kaan’la Serap’ı zaten söylemiyorum bile.

Sözün kısası, bu bölüm A, B, C hikâyelerinde ciddi bir dağılım problemi vardı. Her çifte iki ekstra sahne yazmak bölümü uzatmayacağı gibi aksiyonun tekdüzeliğini de yumuşatabilirdi. Geçen bölüm iki tane first date izledik yani.


Talcid getirin!

Unutmadan, senaryo ekibinin Gezi’nin yıl dönümünde Emel’i kırmızı elbisesiyle, elinde biber gazıyla Metin’i korumaya çalışırken göstermesi çok tatlı hareketti. Sinan Tuzcu ve Sezer Koç ikilisine baya yükseliyorum.
Sezon finaline doğru tam gaz ilerlerken setin İstanbul’a taşınmayıp Çeşme sıcaklığında kalmasını, mümkünse düğün filan olmamasını (bkz. herkesin beyazlar içinde olduğu fotoğraflar), ketçap şişeleri Bihter beyazı elbiselerin üzerine dökülse bile sonunda kimselerin ölmemesini diliyorum. Bazı sorulara cevaplar bulup bazı yeni sorularla girelim sezon arasına. Bizi şaşırtın azıcık ya, hadi.

PS: Çatışma sahnesi baya kötüydü. İyi ki kameralar Funda’ya dönmüş.

PS 2: Canan ve Selim’in tepkisizliğinin saçmalığına katılıyorum, hukukçu da olsan kızın şarampolden yuvarlanıp tanımadığın birisi tarafından kaçırılınca biraz paniklersin. Evet.

Haftaya görüşene kadar, kendinize iyi bakın.
Sevgiler. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER