İşe Yarar Bir Şey: "Şiir gibi..."

İşe Yarar Bir Şey:
11’e 10 Kala ve Gözetleme Kulesi filmlerinin ödüllü yönetmeni Pelin Esmer, 5 yıllık aranın ardından 'İşe Yarar Bir Şey' ile yeniden sinemaseverlerle buluştu.
Uzun zamandır izlediğim şeyleri yazacak gücü kendimle bulamıyordum, açık konuşmak gerekirse güçten daha önemli olduğuna inandığım heves de pek uğramıyordu yanıma. Fırsat bulduğumda kendimi Rexx’e atıyor ama izledikten sonra hiç yaşanmamış gibi davranarak, sanki büyük bir sır saklıyormuş gibi susuyordum.

“+Film nasıldı?
-“İyi, beğenir misin bilmiyorum istersen izle.”

Kısa, öz biraz da umursamaz.

Bu içine kapanıklık dönemi ne zaman bitecek, “niye yazamıyorum/ yazmıyorum” diye düşünürken, yağmurlu bir İstanbul gününde kendimi bu satırları yazarken buldum. Bu kez sır tutmayacak kadar patavatsız olmuştum birden. Nasıl mı? İşe Yarar Bir Şey’i izledim. Sonra aşina olunan o diyalog değişiverdi, ben bile farkında olmadan.

Aslında film “Ölmek isteyen bir adamla onun gönülsüz celadının arasına bir de şair katılınca işler biraz karışır.” diyerek kısaca anlatıveriyor derdini bize. İşe Yarar Bir Şey, senaryosunda Barış Bıçakçı ve Pelin Esmer imzası taşıyor. Görüntü yönetmeni olarak da Gökhan Tiryaki selamlıyor bizleri. İki ismi de yakından takip edenlerin dört gözle beklediği film Başka Sinema kapsamında gösterimde. Kendi adıma konuşmak gerekirse Barış Bıçakçı  ismi bile başlı başına bir heyecan sebebi. Tabakta sona bırakılan çikolatalı kurabiyeleri bilir misiniz? Saf fakat açgözlü bir dürtüyle en sona saklanan, en sevilen kurabiye. Barış Bıçakçı kitapları, çikolatalı kurabiyedir benim için. Yudum yudum, gizli gizli okurum. Pelin Esmer ile ilk kez kesişti yollarımız, neyse ki güzel bir tanışma oldu diye avutuyorum kendimi. 24. Adana Film Festivali En İyi Kadın Oyuncu ödülünün sahibi Başak Köklükaya’yı  Leyla rolüyle izliyoruz. Öykü Karayel Canan isimli genç bir hemşireyi ve Yiğit Özşener ise Yavuz karakterini canlandırıyor.
 
Kısaca; Leyla, Canan ve Yavuz’un bir trende kesişen yollarını izliyoruz. Leyla’nın iç sesi ile karşılıyor bizi film. Zaten o an  kendi iç sesimiz de“Leyla da var bir yazarlık damarı”  diye dürtüyor bizi. O kadar güzel ki Leyla’nın iç sesi… Özgür, kendinden emin, güçlü ama bir yandan da garip bir uysallığı var. Sonradan şairliğinin verdiği bir dinginlik biraz da 'bilgelik' diye düşünüyorsunuz. Leyla hayatı gözleyen biri. Hayata iz bırakmakla ilgili de epey endişeli bir karakter. Hepimiz tanırız o tip insanları, vardır mutlaka çevrenizde. İz bırakayım, ölümsüz olayım diye didinir dururlar. Leyla da “öyleyim” diyor. Usul usul çığlıklar atıyor, ipuçları veriyor, anlıyoruz ki  bu kadının iz bırakmakla ilgili bir kaygısı var. Belki ölümsüz olmak için, belki de kendini daha iyi hissetmek için.Yalnızca şiirleriyle de bırakmıyor izlerini, rujuyla kargaya çizdiği dal da bir iz Leyla için. Belki de en büyük izini bırakmak için gitti Yavuz'un evine, bilinmez. Şiir gibiydi Leyla. İnandım, sevdim ve tıpkı Canan gibi güvendim ona.  

Canan demişken, Öykü Kareyel’in o utangaç, yaşı itibariyle cahil halleri hiç sırıtmamış ve hatta epey yakışmış.Yalnızca dizilerde izlediğimizden midir nedir, bazen oyuncuların başka yüzlerini göremiyoruz. Öykü Karayel başarılı bir oyuncu,  büründüğü rollerin hakkını veriyor. Başak Köklükaya ile uyumlu bir ikili olmuşlar.  İmrendiği birine hayranlıkla bakan genç kadın rolünün de hakkını fazlasıyla vermiş. Espriler oldukça dozunda, insanı tırmalamayan bir rahatlığı var. Küçük detaylar ise üzerine düşünüldüğünde gülümseten cinsten. Babasının yolda yesin diye verdiği simitlerden utanan Canan mesela… Ünlü bir oyuncu olmanın hayalini kuruyor, aynı Canan kendi yansıması ile göz göze gelmek dahi istemiyor, kendinden utanıyor. Çünkü bir kadın içten içe her zaman bilir; hem yapacaklarını hem de yapamayacaklarını. Canan gibi, Leyla gibi.

Leyla ve Canan hakkında düşündüm uzun uzun. Ne yaptılar acaba sonra bir daha kesişti mi yolları? Canan peki, çok istediği televizyon dizilerine çıktı mı acaba? Sahi Leyla neden gitti o okul buluşmasına? Pek sevmezdi sanki böyle kalabalık yerleri. Yavuz’un dediği gibi kendini korumak isterdi hep, şair refleksi bu olsa gerek. Peki, niye gitti Canan’la? Hikâyesine biraz turuncu katmak için mi? Ne de olsa o turuncuydu ve hiçbir şey turuncuyla kafiyeli değildi. Gerçi işe yarar bir şey yaptı Canan’la giderek. Kendi için mi yoksa Canan için mi ya da Yavuz için mi? Yanıtını biliyorum. Siz de biliyorsunuz.


Yiğit Özşener, Yavuz karakteri ile karşımızda...

Çok ritmik ilerliyor film. Görüntüler bir bir akarken, bir bakmışsınız ki Barış Bıçakçı kitabının sayfalarını çeviriyorsunuz. Yol, yol, yol. Bitmeyen yol. Şiir, oh mis gibi şiir. Kadın, kadınlar, güçlü kadınlar. Ölmek için fazla yaşam dolu bir adam, Yavuz. Cortazar, kargalar, aynalar, yansımalar. Tüm bunlar filmin sinematografisini de ön plana çıkarıyor. Görüntüler üzerinden karakterleri daha kolay tanıyoruz. Yansımalar üzerinden Leyla’nın iç dünyasına dahil oluyoruz. Gözlemci, etrafına kulak veren biri olduğunu belki de en iyi görüntülerden çıkarıyoruz. Yönetmen Esmer bir röportajında da Gökhan Tiryaki ile özellikle yansımalar üzerine çalıştıklarını belirtiyor. Kısacası, karakterlerin ruh hallerini görüntüler aracılığıyla pekiştiriyoruz, ortaya kendine hayran bıraktıran sekanslarla dolu bir film çıkmış oluyor.

Derler ki, “İyi film siz salondan çıktıktan sonra başlar”. İşe Yarar Bir Şey uzun zamandır izlediğim en iyi Türk filmiydi. Aslında okuduğum en iyi filmdi bile diyebilirim. İzledikten sonra yola çıkmak, hatta trenle Bıçakçı’nın Ankarası’na gitmek istedim. Hava buz gibi olsun ve ben de Leyla gibi elimde rotring kalemle bir şeyler karalayayım istedim. Canan olayım, hayallerim olsun istedim. Yavuz olayım, sakin ve soğukkanlı kalayım istedim. İşte böyle, yalnızca film olmuyor bazı filmler. Bazen bir kitabın en güzel sayfası oluyor,  bazen tanıdık bir hisle gülümsetiyor. İşe Yarar Bir Şey, tüm bunların toplamı. Benim için bu yılın en iyi yapımlarından. Meraklısına küçük bir hatırlatma, film boyunca kullanılan şiirler de Barış Bıçakçı’ya aitmiş. Sadece bu bile gitmek için başlı başına bir neden.

Malum sorunun- Film nasıldı?- cevabına gelirsek…

Gidin lütfen. Koşa koşa gidin. İzlediğinize asla pişman olmayacaksınız. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER