Gittin, hasret yüklü bulutlar sardı dört bir yanı...

Gittin, hasret yüklü bulutlar sardı dört bir yanı...
Attığı ilk adımda “Geldi başımızın belası!” diye geride durduğum fakat bir anda, hiç beklemediğim bir anda çok sevdiğim bir adamdı Mahir. Hülya’ya karşı hisleri hep dostluğa dair şeyler içersin istedim. Gözleri aşkla bakarsa, o gözlere yaşlar da yerleşirdi çünkü.

Çok sevdim Mahir’i, öyle çok sevdim ki gidişiyle dostumdan ayrılmış gibi oldum. O “Hani hayat bir oyundu. Artık içime sinmiyor...” sözlerine hüzünlü bakışlarıyla eşlik ederken, ben ağladım arkasından. Hani olmasaydı sonumuz böyle denir ya kimi zaman, arkasından hıçkıra hıçkıra ağlarken bunu dedim.

Gariptir, bir insanı severken karşısında yer alan insana karşı kötü hisler beslenebilir. Hülya da, Kerim de, Mahir de çok değerliydi benim için. İstedim ki, sonsuza dek mutlu yaşasınlar hayallerimde. İstedim ki, Kerim’le Mahir dost olsun. Bahar’ın, Mehmet’in, Emine’nin dayısı olsun Mahir; onları sırtına bindirsin, gezdirsin. Ama gitmesin…

Gitti Mahir… Kendinden çok karşısındakini seven herkes gibi gitti. Hülya’nın kokusunu içine çeke çeke gitti.

Mahir, görece sevilmeyecek bir karakterdi. Evsiz barksız, suçlara bulaşmış, para için arkadaşını satan, yepyeni bir hayata yelken açmaya zerre tereddüt etmeyen. Sonra kalbindeki gizli yaraları usul usul etrafına bıraktı Mahir. Çocukluğundan taşıyıp getirdiği hüzünleri teker teker serdi geçtiği yollara. Ormanda kaybolursa yolunu bulmak isteyen bir masal kahramanı gibi rehber edindi acılarını.

“Bir insanın elinden tutarsan, güzel şeyler olur.” demenin bir başka haliydi Mahir. Hülya’yla ortak bir nokta edinmeleri doğru şeylere dayanmasa da Mahir’in gözbebeklerindeki ışığın yeniden yanmasına neden olmuştu. İşe yarıyordu, kendi ayakları üzerinde duruyordu, en önemlisi bir köşe başında yığılıp kalmadan hayatına devam ediyordu.

Mahir’in hikayemize girişini düşündüm, sonra birkaç video izledim. Gözlerimi kapatıp o günlere gittim. Sonra bittiğimiz noktaya döndüm gerisin geri. Mahir’in yüzüne yansıyan olgunluğu iliklerimde hissettim.

Çok değişti Mahir. Bir insan yapayalnız bırakılmadığında ne kadar değişebilirse o kadar değişti. Belki de bu yüzden sevdi Hülya’yı.

Hülya’nın onu sevmeyeceğini bile bile sevdi hem de. Çok aşıktı Hülya… Uğruna türlü oyunlar çevirebilecek kadar... Ve tek aşkı Kerim değildi, mutlu yuvasına aşıktı Hülya. Eline aldığı taşı düşünmeden fırlatacak kadar aşıktı hem de. Bir gün eline bir taş daha aldı Hülya, sandı ki elindeki pamuktan yapılmış bir şekerdi; fırlattı ve incitti Mahir’in kalbini.


Sonra gitti Mahir... Hülya’yı filler diyarına giden kapıda bıraktı ve gitti. Bense arkasından bir sürü ‘keşke’ bıraktım.

Çok sevdim Mahir’i, bir dizi karakteri ne kadar sevilebilirse o kadar çok sevdim. Olgun Toker de sevdi. Öyle sevdi ki, Mahir’le arama set çekmedi bir an bile. Mahir’in elinden tuttu; yürüttü, yürüttü, zirveye çıkardı ve bıraktı elini. “Haydi artık özgürsün!” dedi. Olgun Toker de gitti.

Bana ise anılar kaldı. Dalga sesleri eşliğinde döktüğü gözyaşları, içine akıttığı hüznü, hayallerinde yaşattıkları... Bir Mahir Duru geçti ekranımdan, geride birçok 'iyi ki' bıraktı... 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER