İstanbullu Gelin: İlişkiler ve zorlukları

Salih Bademci’yi Sinan’dan sonra, böyle bir karakterle görmek ve altından gayet rahatlıkla kalktığını görmek çok sevindirici. Gelelim Fikret ve İpek’e: Bence onlar için, karı-koca olarak, sevimsizgiller demek mümkün. Fikret değişik bir karakter. Sürekli kendisini Faruk’la kıyaslama derdinde. Sürekli bir kıskançlık var ağabeyine karşı. Ben ağabeyini çok sevmesini ve sadece İpek’le ilgili olaylarla sınanmasını tercih ederdim aslında. Fikret, şimdiden İpek’in elinde oyuncak olmaya başladı bile. Ama, İpek’in tam amacını çözemedim ben. Yani, niyeti elbette ortada, konağın sinsisi olmakta adım adım ilerliyor da, Fikret’le evlendikten sonra, Faruk’la Süreyya ayrılsa ne olur, ayrılmasa ne olur. Hâlâ Faruk’la ilgili hayalleri varsa bence direkt akıl hastanesine yatsın. Gerçi o, kötü kalpliliğinin ve hasetliğinin cezasını, Faruk ve Süreyya’ya bakarken çekiyor. Oh olsun!
 
Osman… Ah Osman… Onunla ilgili uzunca şeyler yazabilirmişim gibi hissediyorum. Güven Murat Akpınar da, o kadar iyi oynuyor ki; izlerken Osman’ı bağrıma basasım, yanaklarını sıkıp, sevesim geliyor. Rica edeceğim, Osmancığıma bir sevdicek bulun. Ama onun kıymetini bilecek, yüreğini incitmeyecek, onu hep mutlu edecek birini. İstanbullu Gelin’le ilgili sevmediğim tek nokta, Osman’ın Süreyya’ya karşı bir şeyler hissediyor olması. Yapmayın, etmeyin gözünüzü seveyim! İki kardeş aynı kadına aşık mevzuları acayip rahatsız ediyor beni. Anlatacak bir sürü hikaye var. Görüldüğü gibi, Osman’ın diğerlerine kıyasla çok naif bir dünyası var. Süreyya’ya olan hisleri onu yiyip bitirmeden, hayatına tez zamanda onu hak edecek biri girmeli bence.
 
Bence dizide her ilişkinin, en aşığından, en normaline kadar birçok açıyla gördüğümüzü düşünüyorum. İlişkilerin zorlukları gayet güzel işleniyor. İstanbullu Gelin’le ilgili bir şeyler yazmak, ilişkiler üzerine birkaç şey karalamak uzun zamandır aklımdaydı. Bölümdeki Murat ve Bade’nin olaylarıyla beraber, “Hemen yaz Gizem.” dedim kendi kendime. Ay Murat’a olan öfkemi hangi cümlelerle ifade etsem acaba? Çirkinleşmek istemiyorum ama, pisliğin teki. İçki içtiğinde kendini kaybediyorsan, içmeyeceksin kardeşim! Yaşadıklarına sahip çıkmasını da bilmiyor bu veled. Kızın hayatını altüst etti, cehenneme çevirdi bir de gidip başkasıyla gezip tozuyor. Bade’nin suçu ne pardon? Saçları sarı değil diye mi, motora binmiyor diye mi, yoksa evin hizmetlisi diye mi? Bade’nin söylediği gibi, “Mutfak çalışanı o, mutfak eşyası değil.”


Bir türlü huzuru bulamayan sofra...

Faruk sağlam bir tane geçirdi ama, yüreğim soğumadı benim. Bir de çirkin çirkin “Kendini bana yamamaya çalışıyor.” dedi Bade için. Vallahi suratına tüküresim geldi! Ee Murat Efendi, bu yaptıklarını unutma. Bade’nin ayakları yere sağlam bassın da, nasıl dolanacaksın peşinde. Ben olsam Zeynep’i araya soktuğum gibi –ki bence hiç gerek yoktu- Bade’ye direkt onunla gerçekten ilgilenen ve seven bir sevgili yazardım. Eğitim konusunda Bade’yi yüreklendirmeleri de çok iyi oldu. Ama, bence o evde durmamalıydı daha fazla. Esma rahat vermez çünkü ona. Mesela müzik okulunda bir yeri, bir odası olabilirdi. Orada da kendini yetiştirebilirdi. Bade’nin gözyaşları Murat’tan tek tek çıkacak. Çıkmazsa fena bozuşuruz zaten! Zeynep gibi bir kız, Murat’a çok acı çektirecek. Bugün var, yarın yok olacak. Duygularla oynamak nasıl oluyormuş o zaman görsün Murat Bey.
 
Yazımı bitirmeden önce, Adem Sezgin’le ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Öncelikle Fırat Tanış şahane canlandırıyor karakterini. Ve bence dizinin konusunun sağlamlaştıran unsurlardan Adem ve annesinin hikayesi. Adem’e, kıyamadığım bir taraf var. Öfkesi, nefreti gayet anlaşılabilir durumda. İşkenceci bir üvey babayla büyü, katil ol, gerçek baban seni umursamasın ve diğer aile güllük gülistanlık yaşasın. Bunların hiçbiri kolay şeyler değil. Umarım yüreğine dokunan kişi gerçekten Dilara olur da, yaraları iyileşir.
 
Arada uğrar, İstanbullu Gelin’le ilgili kelâm ederim burada. Sevgilerden bir demet. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER