İstanbullu
Gelin’in tanıtımları ilk çıktığında dizinin izleyici
olacağıma pek ihtimal vermiyordum. Ama dizinin adından birazcık etkilenmiş
olabilirim -birazdan değineceğim-. Keyifle izlediğim oyuncular olmasına rağmen,
Aslı Enver-Özcan Deniz castından emin değildim. Çünkü bildiğiniz üzere
aralarında 12 yaş vardı. Bir de, Özcan Deniz’in Faruk rolüne uygunluğuyla
ilgili şüphelerim vardı. Son filmi İkinci
Şans’ta ikinci baharını yaşayan, boyunca çocuğu olan bir adam olarak
izlediğim için, artık kariyeri açısından da olgunluk dönemine girdiğini
düşündüğüm için, aşkın peşinden koşan bir adamı izlerken adapte olabilir miyim
bilmiyordum. Ama, tanıtımlardan fikir sahibi olmak oldukça zor olduğundan, ilk
bölümü izledim. Ve tüm detaylarıyla, ekipçe kurdukları dünyayı acayip sevdim!
Aslı Enver ve Özcan Deniz arasındaki yaş farkı da zerre rahatsız etmedi. İlk
bölüm itibariyle, Aslı Enver-Süreyya, Özcan Deniz de, Faruk oldu benim için.
Annem Özcan Deniz hayranı olduğundan; filmleri,
dizileri muhakkak izlenir bizim evde. İzlenmeyecekse ve bize hitap edilmiyorsa
bile, illa ki şans verilir. İstanbullu Gelin’in
bizim evdeki durumu da böyle başladı. Şans verildi ve sonuç dizinin daimi
izleyicisi olarak çıktı. Ama Payitaht
Abdülhamid ondan önce başladığı için ve maalesef ikisi aynı gün
yayınlandığı için, İstanbullu Gelin’i
sonradan izliyoruz. (İyi ki varsın Digiturk Dilediğin Zaman Dilediğin Yerde
tabii artık, Bein Connect.)
Tanıtımlarda yazan, “Gerçek hayat hikayesinden
uyarlanmıştır.” cümlesi beni hiç heyecanlandırmadı açıkçası. Çünkü, Türkiye’deki
evli kadınların neredeyse %80’i belki de 90’ı, -bu benim gözlemim elbette- kayınvalidelerinden çekiyorlar zaten. Hem de
istenmeyen gelin olmalarına da gerek yok. Oğullarıyla evlenmiş olmaları yeterli
onlar için. Diziye sempati duymama sebep olan, isimden etkilenme konusuna
gelirsek; rahmetli babaannem doğma büyüme İstanbullu olduğu için, dedemin
memleketi Trabzon’a her gittiklerinde İstanbullu gelin geldi derlermiş. Gel
zaman git zaman bu böyle devam etmiş ve lakabı haline gelmiş. Diziyi izlememe
biraz o da sebep olmuş olabilir, aramızda kalsın. ^.^
Sana ilk görüşte aşık olup, evleneceğimi mi sanıyorsun by Süreyya
İlk görüşte aşka inanmadığımdan, izlerken kendime
kabul ettirmekte zorlanmışımdır hep. Bana en efsane şeyi izletin, eğer işin
içinde ilk görüşte aşk varsa konu biraz inandırıcılığını yitiriyor benim için.
Faruk ve Süreyya’nın hikayesi de böyle olduğundan, inanmakta zorluk yaşadığımı
itiraf etmeliyim. Her şey çok çabuk oldu gibi hissettim, ki öyle de oldu. Ama aşk;
çok farklı bir duygu olduğundan, hatta hastalıklı bir duygu olduğundan,
mantığın devre dışı kaldığını göz önünde bulundurursak, ani kararlar vermenin
normal olduğunu düşünebiliriz sanırım.
Dizi üçüncü kez senarist değişikliği yaşıyor ve karakterlerin
farklı huyları çıktığı için, net bir şey söylemek zor olsa da, Faruk ve
Süreyya’nın farklı insanlar oldukları çok ortada diye düşünüyorum. Birbirlerini
tanıdıkça onlar da bunu fark ediyorlar bence. Faruk oldukça geleneksel bir
adam. Süreyya ise tam tersi. Şu durumda, “Zıt kutuplar birbirini çeker.” tezi de
güçleniyor galiba. Birbirlerini çok fazla tanımadıkları için, ilk görüşte aşkın
zararlarını da sonuna kadar yaşadıklarını düşünüyorum. Süreyya’nın her şeye
rağmen direnmesini çok seviyorum. Birçok dizideki kadın karakterlere kıyasla,
güçlü yazılmasını ve saftirik olmamasını da takdir ediyorum.
Begüm’ün gelmesiyle beraber, sadece Esma Hanım
yüzünden değil, artık çok başka şeylerle de sınanacak ilişkileri. Faruk’un
duyguları tamamen bitmiş mi, emin değilim aslında. Evet Süreyya’yı çok
sevdiğini biliyorum, hissediyorum. Ama neticede ortada yarım kalmış bir hikaye
var ve Begüm’le ilgili bilmediği bir sürü şey var. En önemlisi de, Emir. Gerçi Süreyya’da
öyle bir yürek var ki, Emir’e gayet rahatlıkla kol kanat gereceğini
düşünüyorum. Süreyya’nın da, Faruk’un da, Begüm’le ilgili gerçekler ortaya
çıktığında, kafaları karışır mı sizce? Bence net karışır.
Yazı devam ediyor...