Uçurum: Uçurum kenarındaki hayatlar...

Uçurum: Uçurum kenarındaki hayatlar...
Mannequin Challenge akımını bilirsiniz. Geçen gün Cem Karcı da Hayat Şarkısı ekibiyle yaptıkları videoyu paylaştı Instagram hesabından. Videoyu izlediğimde Bade ve Ceylan’ın saç saça girmesine kahkahalarla gülerken bir anda geçmişe giderek hüzünlendim. Vizyon böyle bir şey işte. Çok zaman önce değil, 2012’de evlerimize konuk olan Uçurum’un jeneriğinde herkes donar, hayat akardı. Tıpkı hayat akarken o ufacık havalandırmadan dışarıya bakan Uçurum kadınlarının mutlu anlarının donduğu gibi…

Hüzünlendim dedim ya eve geldiğimde Uçurum’un videolarını izlerken buldum kendimi. Zaten ara ara yaparım. Kutlu’nun çikolata paketinden yaptığı yüzükle, "Felicia beni tamamlayabilir misin?" diyerek Felicia’ya evlenme teklifi etmesini, Adem ve Eva’nın tanışmasını, Felicia’nın Eva’yı hazırlamasını izledim.

Neden sevmiştim Uçurum’u? Ve neden hala kalbimde kocaman bir yeri var? Bugün biraz onlardan bahsetmek istiyorum.


“Dünyanın tepesiyle, uçurumun dibi arasında, tek bir adım var.” sloganıyla yola çıkmıştı Uçurum. Hikayesi içimi sızlatırken, dikkatim de bir an bile kaybolmazdı. Kadın ticaretini izledik, her gün sokakta karşılaştığımız insanların hikayesine uzandık. Belki anladık, belki utandık, belki öfke duyduk. Kerem Deren’in kaleminden doyurucu bir hikaye bütünüyle tanıştık.

Uçurum benim için bir reji şahanesi. Cem Karcı’yı tanıdığım, bir sonraki sahnesini izlemek için heyecanlandığım... Üzerinden yıllar geçti, Karcı’nın kaç projesini izledik fakat ben hala Uçurum’un kurduğu ilk dünya olduğuna inanamıyorum. Kurulan dünyanın ne denli sağlam olduğunu bir tarafa bırakayım, bir sürü ‘imza sahne’yi de içinde beslerdi Uçurum. “Şu sahne kesin Cem Karcı’nın.” cümlesini ta o zamanlar kurmaya başlamıştım. Böylesine karanlık bir dünyayı, kendine has ışık oyunlarıyla resmetmesine ise hayranlık duyardım. Sahnelerin ikiye, üçe bölünmesini de Uçurum’la sevdim ben. Bir yanda Eva’nın çaresizliğini, öbür yanda Adem’in huzursuzluğunu izlemeyi…

Her karakterin ayrı ayrı, özenerek işlenmiş hikayelere sahip olmasını severim. Uçurum da tüm karakterlerinin hikayelerine cömertçe değinerek farkını göstermişti. Kimse kıyıda köşede kalmadı, herkesi tanıdık, kimini sevdik, kiminden nefret ettik. Ama Uçurum final yaptığında hepsinin geçmişine dair bir fikrimiz vardı.

Kadrosu o kadar güzeldi ki. Hiçbir karakter hiçbir oyuncunun üzerine büyük gelmemişti. Birçok oyuncuyu Uçurum’la tanıdım ben.

Bunlardan en önemlisi de Enis Arıkan’dı. Beni Enis Arıkan’la tanıştıran, kendisine hayranlık duymama sebep olan dizi Uçurum’dur. Hatta benim için Uçurum’un en değerli kazanımlarından biridir. Kutlu inanılmaz güzel bir karakterdi, Kutlu’yu böylesine güzel yapansa hiç kuşkusuz Kerem Deren’in kalemini muazzam bir şekilde benimseyen Enis Arıkan’dı. Hala, hiç bıkmadan izlerim Kutlu’nun sahnelerini.


Ve Kutlu ile Felicia’nın aşkı. Görüp görebileceğimiz en naif dizi aşkıydı onlarınki. Çok özellerdi… "Sen sev, yer gök onunla bir olur; sen sev, yağmur çöle derman olur..." sözleri kulağımda yankılanırken gözümün önünden geçerler her defasında.

Ve bir gün "-Susmanın su kenarındayız bugün, acılar da gittikçe acılaşıyor…- demiş şair, o zaman biraz susacağız." diyerek veda etmişti Uçurum… Veda ettikleri zaman eski bir dost kazandım. Bazen dostumla aramıza mesafeler giriyor. Ama tüm bu mesafelere rağmen kavuştuğumuzda hiç vedalaşmamış gibi sıkı fıkı oluyoruz.

Uçurum, sadece bir akşam eğlencesi değildi. Uçurum, hayatın ta kendisiydi. Uçurum kenarındaki hayatları bir araya getiren, haklıyı haksızı ustalıkla harmanlayan. Kim derdi ki Yaman gibi bir adamı anlayabileceksin? Kim derdi ki ona bile üzüleceksin? Böyleydi işte Uçurum, bambaşka bir şeydi.

Uçurum’u düşleyen, tasarlayan, hazırlayan, emeği geçen herkese teşekkürler. İyi ki Uçurum’la tanışmışız bir Şubat akşamında.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER