Deniz'in satırlarına dönmek istiyorum şimdi yine. Hayat bize ne getirecek, neler yaşayacağız önceden bilmek mümkün değil. Defne ve Ömer'in ilişkisi hakkında yorumlar yaparken, gerçek hayatlarımızdan kesitler yakalıyoruz belki ama onların hayatlarında, "sonsuza kadar mutlu yaşamak" diye bir şey var; bizimkinin aksine. Ve eğer Defne ve Ömer gerçek olsalardı, sonsuza kadar mutlu yaşayacaklarını umut eder ama buna inanmazdık. Çünkü yarın ne olacağını bilemiyoruz. Öyle ki, günün sonunda ne Defne'nin bir daha yalan söylemeyeceğinin ne de Ömer'in bir daha terk etmeyeceğinin garantisi olmazdı.
Evrene karşı gelip, en büyük zaafı olan yalanı affedememe konusunu yenip, hatayı kendinde arayan Ömer, evrenin efendisi oldu ve kral olarak döndü. Peki Defne? İso Bebek'e anlattığı masalda bile kendini krala aşık olan "genç kız" olarak anlattı. Prenses ya da Kraliçe olarak değil. Onun yüzünden savrulduklarına, yaralandıklarına, Kral'ın bu yüzden uzaklara gittiğine inanıyor. Bir yanı eksik ve aksak yaşadığından bahsediyor. Tüm ihtişamıyla, eskisinden de güçlü dönen Kral'dan korkuyor. Tekrar yanıp kavrulmaktan korkuyor. Defne rüzgara küsmüş. Haberi yok; rüzgar çıkacaksa çıkar, kimseyi umursamaz, bilmiyor.
Defne, "seviyorum" demekten korkuyor çünkü kimi sevse terk edilmiş. "Neden anneanne ya neden, niye gitti ki? Önce babam sonra annem; bizim hiç mi sevilecek bir tarafımız yoktu, neden gidiyorlar?" diye ağlayan o küçük kız her defasında aklıma geliyor ve gidişiyle -haklı bile olsa- Ömer'i de ekliyorum o cümleye. En gitmezlerimiz kimlerdir? Babamız ve annemiz. Hatta en çok annemiz! Annesi giden birisi herkesin gidebileceğine inanır. Ömer'in de gideceğine inanıyordu Defne ama umut ediyordu, "Söz ver n'olursa olsun elimi hiç bırakmayacağına..." derken. Ve inanıyordu, Ömer gözü kapalı kendisine söz verirken... Annesinin gidişiyle barışabilen birine Ömer'in bile, canından çok sevdiği adamın bile gidişi koymazdı. Defne'nin yaşı kaç sizce? Defne hâlâ annesi tarafından terk edildiği yaşta.
Defne yalnızca kendisinin değil, Ömer'in de farkında değil. Babası ve annesi bile dönmezken, gelmezken ve Defne onlara hiçbir şey yapmamışken; Ömer, ona oynanan tüm oyunlara rağmen, vazgeçmedi Defne'sinden ve geldi. Bir şans vermeye, ikinci şans için, Defne'sine geldi.
Ben de aynı Deniz gibi yalnızca diliyorum; Defne'nin de değişebilmesini ve Ömer'e kendisini bir daha terk etme şansı vermesini. Sahi, sen, ne zaman bir daha bırakmamak üzere tasarıma başlayacaksın Defne?
Sen tasarımcısın aynı Ömer gibi... Ve evet bu bir yetenek işi, daha fazlası değil. Ve sen bir kadınsın. Sen ki, daha genç yaşlarında, tüm ailenin yükünü sırtılamış ve hâlâ kamburlaşmadan onları dimdik taşıyan, sevdiğin adamla karşılaşıp şaftının kaydığı gün, evine çay alışverişi yapmayı yine de ihmal etmeyen bir kadınsın. Bunca yaşanmışlığın üzerine, abinin başına açtığı bunca derde rağmen, açtığı lokanta için "analı kızlı" yapacak kadar da güçlü bir kadınsın. Sen ki Ömer İplikçi'yi yalnızca var olarak değil, emek emek değiştiren, buzdan şatosunu sımsıcak bir eve; acı çikolatalı kalbini sıcak çikolataya dönüştürmüş bir kadınsın.
Sadece farkında değilsin. O kadar farkında değilsin ki kendinin...
Belki bir gün annen geri gelir ve sen de bu travmanı atlatarak, büyürsün kim bilir? Bence ihtiyacın olan tam da bu. Yine de bana kalırsa, sen annene bile gerek duymadan, aynı bir senede evrene kafa tutabilen Ömer gibi, kendi kendine ve Ömer'in o muhteşem aşkının idrakıyla büyürsün. Bence, kendi payına düşen hataları anladığında, gerçekten de büyüyeceksin; Ömer'in yaptığının terk etmek değil de "duramamak" olduğunu anladığında. Kalsaydı, ikiniz için her şeyin daha kötü olabileceğini ve şahane bir an yaşayıncaya kadar araya zaman girmesi gerektiğinin önemli olduğunu anladığında, büyüyeceksin.
Terk edilenler çabuk büyürler Defne ama sen önce Esra ve Serdar'ı büyütmek uğruna, kendinden vazgeçmişsin. Sonrasında da yine kendini değil, İso Bebek'i büyütmeyi seçmiş, hâlâ küçücük bir kız çocuğu kırılganlığına saklanmış, üzerini "buz" gibi bir örtüyle kaplamışsın.
Her giden dönmez belki Defne ama adım kadar eminim ki, "Ya gelirse bir gün... Şu köşenin ardından..." cümlesinin sana hatırlattığı tek kişi geldi artık. Senin ailen, çoktan Ömer olmuştu. Bu ailede çocuk olma lüksün pek yok, ruhun çocuk kalsa bile sen büyümek zorundasın. Deniz'in de dediği gibi, biz seni Ömer'in nikahına vermeye çalışıyoruz; evlatlık olarak değil. ^^
30. bölümde Türkan Teyze'nin, Serdar için "Hayal işte" diye bahsettiği "Şöyle hayırlı bir evlat olsa, iyi bir iş tutsa, evlense barklansa..." dilekleri gerçek olurken, tam da o zaman dediği gibi Defne'nin hayalleri üstüne çöktü herkes. Üstelik, tüm hayallerinin üstüne, herkes çöktü. Ve tüm hayal kırıklıklarının sonu, ilk kurduğu hayali etkiledi hep: tasarımcı olmak!
N'olur hatırla Defne, Ömer'le ilk karşılaştığında büyük bir adım attığın tasarım sınavına giderken, elinde olan çizimleri sana Ömer'in uzattığını...
Büyü... Lütfen büyü... Gerçekten büyü...
Sahi, sen, ne zaman bir daha bırakmamak üzere tasarıma başlayacaksın Defne? Gerçekten merakla bekliyorum.
Bu yazıyı kaleme almam konusunda bana fikir öncülüğü yapan Deniz'e çok teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.