Defneli, Ömerli bir "tasarım" meselesi...

Birlikteyken şahanesiniz!
Bir diziyi, gördüklerinizden duyduklarınızdan öte izleyip, içine girdiğinizde ve hakkında birçok fikir dinleyip, tartıştığınızda çok fazla şey beyan edebilecek noktaya geliyorsunuz. Defne, tasarım konusunda muazzam yetenekli bir kadın. Nereden biliyorum? Tasarım dehası Ömer İplikçi'den biliyorum. Asistanlık konusunda, "iyi olacak" diye yorum yaparken, söz konusu tasarım olduğunda Defne'de gördüğü ışığı biliyorum. Ve Defne'nin -neredeyse- Ömer'i gömecek kıvama daha en başında geldiğini biliyorum. 

Tam da bu noktada, -Deniz'in de dediği gibi- annesi tarafından terk edildiğinde büyümeyi bırakmış o kız çocuğunu -bir türlü- üzerinden atamadığını düşünüyorum. Ömer'in çizdiği ayakkabıların, eskiden kadınların dilinden anlamayacak kadar sert, bir süre sonraysa kadınları anlayacak kadar naif çizgilerle bezeli ama her seferinde kendini ve kadında ne istediğini bilecek kadar gösterişli olduğunu biliyoruz. Bir kadının -Defne'nin-, yalnızca stilettosuyla bile kaldığında şahane görünmeye devam edeceğini biliyoruz. Ne kadar sinir olsam da, kafasındakinin "daha yüksek, daha yüksek" olduğunu biliyoruz. Sinir oluyorum çünkü o yürümüyor onlarla, biz yürüyoruz(!). ^^

Defne hiçbir zaman kendini Ömer'in gördüğü gibi göremiyor ve kendisinin farkında değil. O "daha yüksek, daha yüksek" topukları, kendisinin taşıyabileceğine dahi inanmıyordu ki çizebilsin. Karakterindeki ürkekliği, korkularını, çocukluğunu ve kabuklarını kıramayışlarını yansıtıyordu çizimlerine. Ve ne zaman Ömer, Defne'nin elinden tutsa ya da ona küçük, seksi ve über romantik kopyalar verse, şahaneler yaratıyordu. Çünkü Ömer yanındayken korkmuyordu, mutluydu ve dünyada yalnızca ikisi varmışcasına iyi hissedebiliyordu. 

Sahi, sen neden her terk edildiğinde tasarımı bırakıyorsun Defne? Çünkü büyümedin. Çektiğin acıdan ilham alabilecek kadar olgunlaşmadın ve her terk edilişinden kendine pay çıkartıyorsun. Sürekli kendini suçluyorsun. Sevilmeye layık biri olduğuna ve dünyalar güzeli olduğuna, hatta zeki olduğuna bile inanmıyorsun. Kendine güvenmiyorsun çünkü sen kendinin farkında değilsin Defne. "İyi tasarım yapma dürtüsü, tıpkı yaşamayı sürdürme dürtüsü gibi bir şeydir." demiş, Harry Bertoia. Defne'nin sorunu da bu; her terk edildiğinde yaşamaktan vazgeçiyor.

Daha ilk bölümlerde, Sinan ona "akıllı" olduğunu söylediğinde, "Ben mi?" diye sormuştu. Aynı Defne, Ömer'in asla kendisine aşık olmayacağını düşünüyordu. Etrafındaki şıkır şıkır gösterişli ama içi boş insanlarla kendini kıyaslıyordu. Ömer'le ilk beraber olduklarında, "Neden ben?" diye soruşları -ya da soramayışları^^- tam da bu yüzdendi. Bir müddet sonra İz'in güzelliğinden içi giderek bahsetmeye başladı Defne. Ve yine aynı Defne, tasarıma ilk başladığında, bu işi kavrayamayacağını, beceremeyeceğini düşünüyordu. 

Defne en büyük eziklik kompleksini Fikret'le yaşadı. Ömer ve Fikret'i birbirlerine yakıştırırken, -azcık zevksiz^^- ve tasarımlarının birbirlerini tamamladığını söylerken, bunu feryat figan bağırırken yine kendini görmüyordu. Bir gün Fikret'in oturduğu koltukta oturmak isteyen Defne, Ömer'in onu kendi koltuğunu verebilecek kadar ciddiye aldığını ve tasarımlarını beğendiğini görmüyordu. Patronun sevgilisi kontenjanından torpil geçildiğini düşünürken, Passionis için gerçekten de önemli olduğunun farkında bile değildi. Bir gün yine terk edildi ve tasarımı yine bıraktı Defne. Her terk edilişinde kalemini kaybetmiş gibiydi, çizmiyordu. Çünkü hiçbir zaman ne Ömer'i ne de tasarımı kendine yakıştıramamıştı çünkü bilinçaltı çok kirliydi!

Geçmişte maddi durumu müsait değildi, annesi yoktu, evin geçimine yardımcı olacak bir ağabeyi bile yoktu! Hayallerinin peşinden koşmak yerine eve para getirmesi gerekiyordu. Çalışması gerekiyordu. Sonrasında, kiralık bir aşktı Defne. Ömer gerçek Defne'yi tanımıyordu bile Neriman'ın yarattığı Defne'ye aşık oluyordu. Neticede Ömer kimdi, Defne kimdi?! Defne gerçek değildi, Ömer'in her gün gördüğü Defne'yi Neriman yaratmıştı! İz'le kocaman bir geçmişi vardı Ömer'in ve Fikret, Ömer'e her zaman dürüst davranmıştı, temel sağlamdı! Para avcısı konumundaydı, Ömer'e anlatmış mıydı ki olanları, nasıl evlenecekti? Ömer öğrenirse onu terk ederdi. Her ayrıldıklarında, çok güçlü kalabilmişti Ömer, üstelik tasarımlarını çizerken ilham aldığı birisi bile yoktu! İki yüz bin lira borcu vardı Defne'nin, yalan üzerine beraberlik inşaa edilmezdi. 

Ömer'e söylediği yalanlar yüzünden yeterince eziliyordu zaten Defne ve Ömer'in gidişiyle bir kez daha sevilmeye layık olmadığına ikna olmuştu belki de. Ömer kadar adil bir insanın adaletinde, ölüme mahkum edilmiş görüyordu kendini. Zaten Defne ne zaman mutlu olmuştu ki? Evren, Defne hayal kursa da elinden alsam diye bekliyordu, elinde çekirdek ve çayla!

Hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum, Pamir, Defne'ye "Albertin senden güzeldir." dediğinde ya da partiye aslında daha güzel bir kadınla gitmek istediğini söylediğinde Defne asla yadırgamıyor çünkü o da kendini hâlâ çok güzel bulmuyor. Pamir'in ve gayet benim de bayıldığım ev hâli bile Defne için "derbeder" anlamına geliyor. Ve zannediyorum ki Ömer'in gidişine de hak veriyor Defne. İçi yana yana, terk edilmeyi hak ettiğine inanıyor. Her terk edilişinde, biraz daha kendinden vazgeçiyor. Hayallerini gerçekleştirmekten biraz daha uzaklaşıyor. Her defasında, daha çok kırılıyor, daha çok "arıza" oluyor ve özgüvenini bir parça daha kaybediyor. Yine de ona verilen işi en iyi hâliyle yapma konusunda Defne kadar başarılı olan yok. Ve hâlâ sevdiği adamın gözlerinin içine bakıyor, takdir edilmek istiyor, Ömer tarafından. 


Ve birbirinizi tamamlıyorsunuz...

Böyledir. Sevdiğini öyle bir yere koyar ki insan, hep onun onayından geçmek ister. Herhangi bir işin ehlinden ziyade, sevdiğinden "tebrik" görmek ister. Defne daha junior tasarımcıyken, öncesinde yaşadıklarını öğrendiğimde, "bu işte çok yeni ama özünde bu işe girmek için çok geç kalmış" diye düşünmüştüm. "Herkes yürürken, o koşmalı!" diye bahsetmiştim o günlerden. Bu sebeple, Ömer tasarımlarını beğenmediğinde daha çok yara aldığını hissetmiştim. Bugün görüyorum ki bir meselenin Defne için "tamam" olması demek, Ömer için de "tamam" olması demek hâlâ. Ve hâlâ kendine güvenmiyor Defne. 

Ve Ömer... Her defasında, Defne'yi kendine güvenen, yere sağlam basan, güçlü bir kadın olarak görmek istiyor. Tıpkı bizim gibi. 24. Bölüm'de Manu'da karşılaşmalarında da, 53. Bölüm'de Stil Vagonu'nda karşılaşmalarında da aynı şeyi düşünüyor: Tasarımı neden bıraktı... Sahi Defne, sen neden her terk edildiğinde tasarımı bırakıyorsun? Ömer'e benzememek için mi gerçekten? Tasarımcı hayatı yaşamamak için mi? Yoksa kendine güvenmiyor musun? Kendi başına çizebilecek kadar ve en iyisi olabilecek kadar başarılı olduğunu görmüyor musun? Sen her şeyden ne kadar kolay vazgeçiyorsun öyle? Bence vazgeçme, en azından bu sefer...


Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER