Hep merak ettiğim bir konudur, ilgimi çeken bir konu. Dünya’da
ve dahi en ufak sistemin parçalarında bile, kısa sürede servet sahibi
olanların, uzun vadede bu serveti nasıl değerlendireceklerini merak edip,
serveti katlayıp yükseltecekler mi yoksa tüm gücünü kaybedecekler mi diye merak ederim. Nitekim her zaman hızlı ve kolayca,
-haksızca- kazanç elde edip güç sahibi olan insanlar asla var olan gücü
koruyamamışlar, korumadıkları gibi bir de söndürerek çökertmişlerdi.
Hürrem gibi bir karakterden sonra, ekibin Kösem karakterini
nasıl yazacağını çok merak ediyordum ve asla Hürrem’deki hikâyeyi izlemek istemiyordum:
Saraya kaçırılarak bir ganimet olarak gelen, basamakları teker teker çıkan ve
güce ulaşıp onu kullanamadan ölen bir kadın! Kösem’de görmek istediğim bambaşka bir hikâyeydi.
İlk tanıtımdan sonra Sultan Ahmed’in Kösem’e, bir tabloda görerek âşık olması ve
Kösem’in saraya bir “ganimet” olarak getirilmemesi bu heyecanımı ve isteğimi
kuvvetlendirmişti. Açıkçası tarihte azımsanmayacak bir kesin tarafından sevilmeyen,
“entrika robotu ve evlat katili” olarak görülüp “kötülükler cadısı” niteliğine
yapışmış bir karakterin yine aynı duyguları vermesini, çok fazla sevilmesinden
ziyade tarihteki gibi, dizide de, güce âşık olup bağımlı olmaya başlamasını ve
egosuyla yükselen merhametsizliğini görmeyi istiyordum. Kösem ancak bu şekilde
Hürrem’den farklı olabilirdi.
Ve gerçekten de oldu. Nasya’nın ilk bölümlerdeki oldukça
uzun ve bayıcı "saraydan kaçma" muhabbetini saymazsak, Kösem gerçekten de
Hürrem’den bambaşka bir boyuta geçiş yaptı.
Safiye Sultan’ın da neredeyse her bölüm altını çizerek izleyiciye unutturmak istemediği, Kösem’in “gökten zembille
inerek, hiçbir mücadele ve fedakârlık gerektirmeden güce ve aşka haksız bir
şekilde ulaşması” konusu bu duruma kesin bir çizgi çiziyor aslında. Kösem’i
Hürrem’den ayrı kılan ve onu güce çok çabuk, diğerkâmlık ve didişme gerektirmeden
ulaştıran, Safiye Sultan’ın bile, Hürrem’in üç sezonluk tacını tek bölümde takan
Kösem’i dalga geçer gibi eleştirdiği bu "haksız" kazancının sonu nereye varacak
yahut doğru bir hikâye mi izliyoruz?
Ne gördüğümüze değil de neyi göreceğimize bakmak her zaman
dönem dizilerinde, zevk almamız için önemli bir husustur. Zira Kösem’in -kendi adıma-
itici gösterilmesi, bilerek ve istenilerek yapılan bir durum. Keza hiç kimse,
her ne kadar çok fazla olsa da bu durum, güce ve zenginliğe birden, savaş
vermeden ulaşan insanları benimsemez ve itici bulur. O gücü hak etmediğini
çünkü kazanması için savaş vermediğini düşünür.
Kösem’de de yaratılan zaten bu değil mi? Her şeye hiçbir şey
yapmadan sahip olan “itici” bir karakter yaratmak izleyici nazarında. Aslında “Kösem
çok itici ve yükselme savaşı da hiç 'olmuş' değil” derken zaten bizim böyle düşünmemizi
istedikleri bir konuyu parmak sokup eleştiriyoruz.
Zira bu kadar haksız bir yükseliş yaşayan karakterin,
gücünü aldığı çınarın yıkılışıyla ne yapacağını görmemizi istiyorlar.
Arkasında bu kudreti ve zenginliği sağlayan bir çınar varken gürleyen nehrin
sularından kimse içmez elbette. Ama o nehir, çınar solup öldüğünde aynı
şiddetle gürlerse o zaman ilgi çeker, duygudaşlık kurulur. İşte, Kösem’de yaratılan
ve oluşturulmak istenen amaç da aynen bu…
Şimdilerde izleyicinin gözüne "itici" ve "gökten beleşe inen" karakterin pek tatsız zaferlere ulaştıran sahte gücünü
izleyicinin gözüne sokup, ardından o güç elinden alındığında ne yapacağını, ne
mücadelelerden geçeceğini göstermek. Tarihte pek işlevi olmamasına rağmen
dizide pek bir dişli gösterilen Halime Sultan’da sırf bu sebepten bu denli
zorlu bir rakip olsa gerek. Zira Sultan Ahmed ölüp Şehzade Mustafa tahta
çıktığında, Kösem’in tüm gücü, kudreti, zenginliği ve ihtişamı; kısacası onu bu
denli itici yapan unsurlar birer birer elinden alındığında, işte o vakit
izleyiciye göstermek istedikleri hikaye devreye girecek.
Tek bir anda
kazandığı her şeyi yine tek bir gecede kaybedip zirveden aniden düşen Kösem’in,
elinde hiçbir şey yokken tekrar başlayan yükseliş hikayesini daha “etkileyici”
kılmak için yapılıyor şimdi tüm bu sahte zafer tavırları…