Alexander Skarsgard: Bir dahaki filmimde Kapalı Çarşı'da dükkanı olan bir adamı oynamalıyım!

Alexander Skarsgard: Bir dahaki filmimde Kapalı Çarşı'da dükkanı olan bir adamı oynamalıyım!

"Eğitimli değilim ve yaptığım şeyi neden, nasıl yaptığımı bilmiyorum," diyen biriyle oyunculuk üzerine sohbet edildiği Alexander Skarsgard'lı !f İstanbul etkinliğinde asıl amacın ne olduğunu hepimiz biliyorduk ve zaten o yüzden oradaydık. "Bir odaya giriyorum ve aynı benim gibi 40 adam seçmelere katılmak için bekliyor," denildiğinde "O oda nerede?!" diye bağıran seyirci durumu özetleyecektir zannediyorum ki...

Alexander Skarsgard çok fazla projesini izlediğim, hepsinde de çok iyi gözükme ve yeterince iyi oynama işinin başarıyla altından kalkan bir isim. Birçok "güzel" insan gibi yeteneksiz değil, gerçekten durumu iyi idare ediyor. Genetik olsa gerek, babasının başarısı da ortada. Adeta Hemsworth klanı gibi kardeşleri de sektöre girdi, malumunuz. Maksat gözler bayram etsin.

Benim için bugünkü sohbetin asıl şoke edici yanı Meltem Cumbul oldu. Altın Küre'de sahneye "uluslararası film yıldızı" anonsuyla çıkıp barış mesajları verdiği günden beri kendisiyle dalga geçiyordum, artık özrü bir borç bilirim. Yine dalga geçeceğim ama sevdiğim birine takılır gibi... Şakacıktan. Zira Meltem Cumbul'un o salonda kalbi küt küt atan "liseli" kızlardan hiçbir farkı yoktu. Son derece samimi ve asla gocunmaz bir biçimde adamın karşısında adeta eridi. Belli ki sohbeti pek önemsememişti, sorular çok amatör bir röportajcının aklına gelebilecek basitlikteydi. Ama samimiyeti ve seyirciyle olan "kızlar, karşımızdaki adamın taşlığına inanabiliyor musunuz?" paslaşmaları son derece içtendi. 

Fadik Sevin Atasoy'daki gibi "Ben LA'de yaşadım, sizi gidi zavallı kullar," (ki kendisi de beni haksız çıkarabilir, sözümden dönme hakkım saklıdır) havası kesinlikle yoktu. Skarsgard'la birlikte Los Angeles'tan bahsederken bile son derece mütevazıydı ve genç kız kıkırdamalarına asla mola vermedi. Bir star gibi davranmayıp bizden biri gibi sohbete kendini bırakması ile, çok umrunda değildir elbet ama, benden tam puan aldı. Keşke bu yönünü biraz daha, onun seveceği bir deyimle, "public persona"sına taşısa da halk arasındaki algısı biraz ısınsa.

Sohbetin sonunda o koltuğu alıp evine götürmek isteyen kaç kişi vardı acaba?

Yine de günün sonunda sohbetten çıkarken hissettiğim en güçlü his "başkası adına utanmak"tı. Nedenini bu hissiyatın tavan yaptığı anı anlatarak açıklayayım: Meltem Cumbul'un sorularından biri Diary of a Teenage Girl filminin kast direktörü Nina Henninger'la çalışmanın nasıl bir şey olduğuydu. Aldığı cevap? "O kim?" Cumbul ilk önce telaffuzundan emin olamadı, yineledi, kadının kim olduğunu anlatmaya çalıştı ama nafile. "Eminim onunla çalışmak harikadır," cümlesiyle yaklaşık 2 dakikalık mücadele sonlandı. 

Oyunculukla, karakterlere yaklaşımla, projelere hazırlanmakla ilgili tüm sorular "Bilmiyorum,", "Bir yöntem uygulamıyorum,", "Genelde kötü oynadığımı düşünüyorum," gibi kısa ve baştan savıcı cevaplarla geçiştirildi. Belli ki Skarsgard da oyunculuk üzerine çok düşünen, metot oynayacağım diye kendini sıkan bir isim değil. Gidiyor, işini elinden geldiğince yapıyor, parasını alıyor ve hayatını yaşıyor. Ve bu kesinlikle kötü bir şey değil. Keyfine bakıyor, nasıl gözüktüğünü ya da insanların nasıl düşüneceğini pek umursamıyor. 

Sohbetin ortasında kendisine sunulan kahvenin sinemadan mı alındığını sorguluyor mesela, diğer her şeyi bir kenara bırakıp. Çünkü onun için Amerika'da sinemaların tüm olayı patlamış mısır, diğer her şey ise berbat. Sinemamızdan çok hoşlanıyor kısacası, hayallerin advertorial'ını ayak üstü çekiveriyor, Cinemaximum kullanabilir mi bilinmez. Sonra kendisine yöneltilen soruya dönüyor, araya bambaşka bir konu sıkıştırmamış gibi. Umrunda değil, o anını yaşadı mı, gerisi yalan. Ama bunu bir yıldız edasıyla yapmıyor ya, en güzeli bu işte. 

Sohbetten birkaç öne çıkan anı aşağıda sizlerle paylaşmadan önce Skarsgard'ın Nicole Kidman'ın eşini canlandıracağı mini-dizi Big Little Lies'ın kulağıma ilginç geldiğini not düşmeliyim. Dallas Buyers Club ve Wild ile popülerleşen yönetmen  Jean Marc-Vallée'nin yeni projesinde bir cinayetin gizemi çözülecek.

Söyleşiden öne çıkanlar:

● Nereden ilham alacağım belli olmuyor. Citizen Kane de olabilir, Tom & Jerry de.

● Sette hiç kendimi kaybetmedim. Fakat duygusal ya da zor sahneler çekilirken aniden bölünmesini saygısızlık olarak görüyorum. Bir gün zor bir sahneyi çekerken bir anda yemek arası verdiler, sanırım en çok o zaman sinirlenmiştim.

● Los Angeles'a ilk geldiğimde Zoolander'ın seçmelerine katılmıştım. İkinci kere çağırıldığımda odada Ben Stiller beni bekliyordu ve işi aldığımı söylediler. Ülkeme döndüğümde Hollywood'da iş bulmanın çok kolay olduğunu tüm arkadaşlarıma anlattım. Bir odaya giriyordunuz ve Ben Stiller içeride sizi bekliyordu. Oynadığım tiyatro oyunu bitince Los Angeles'a taşındım ve durumun hiç de öyle olmadığını öğrendim.

● Bir sahneye nasıl yaklaşacağımla ilgili birçok fikrim oluyor. Yapmam gereken asıl şey bu fikirlerin yüzde 99'unun boktan olduğunu fark edip geri kalan parçalar ile ortaya güzel bir şey çıkarmak.

True Blood'ın son sezonlara doğru kötüleştiği fikrine katılmıyorum. Ben 7 yıl boyunca çok eğlendim, bu son sezondaki hikayem için de geçerliydi. Kristin Bauer ile Yakuzaların peşine düşmemizden bazıları hoşlanmamış olabilir, ama ben çok eğlendim. 

● İnsanların arasında olmayı çok seviyorum. LA'da kendi küçük balonunuzda yaşıyorsunuz. Evden çıkıp her yere arabayla gidiyorsunuz. İstanbul'da olmanın güzel yanı da bu. Her yerde bir sürü insan var. Dün Kapalı Çarşı'ya gittim ve oradaki tonlarca insan bana çok iyi geldi. Demek ki bir sonraki filmimde Kapalı Çarşı'da dükkanı olan bir adamı oynamalıyım.

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER