Bir kara sevda vurdu başıma*

Bir kara sevda vurdu başıma*
Kara Sevda dizisini ilk yayınlandığı günden beri zevkle takip ediyorum diyemem. Ne oyuncuları özel ilgi alanıma giriyordu ne de konusu dikkatimi çekmişti. Hatta ilk bölümü izledikten sonra “Dizinin konusu ne? İki genç aşık olur ve dış etkenler sonucu ayrılırlar da sonra? Bu mudur yani?” diyerek burun kıvırmışlığım da var. Yaşanan ilişkide “kara sevda” denecek kadar yakıcı ve vazgeçilmez olan neydi anlayamamıştım.

İlk bölümlerden büyük büyük olaylar izlemeye alışık bünyeme biraz yavan gelmişlerdi açıkçası. Eli kolu bağlı bir esas kız ve terk edilme sebebini bilmediğinden dolayı asla burnunu indirmeyen bir esas oğlan, üstelik de ayrılık hikayeleri beni çok ikna edememişken, ilgimi çekmedi. Bu nedenle de vakit geçirmek için denk geldiğimde izlediğim bir diziydi, ta ki 12. bölüme kadar.



Tüm acil çıkış kapıları kapatılmış ve anahtarı da Emir’in elinde toplanmış bir hikayede bunalırken yavaş yavaş olayların ve kişilerin Emir’in kontrolünden çıkmaya başlaması hoşuma gitmeye başladı. Sanırım bir çok kulvarda koşmak istemesi, hem Kemal ile hem babasıyla çatışırken bir yandan da Tarık ve Zeynep’i içine çekecek yeni tuzaklar kurmaya çalışması ilgisinin dağılmasına, bu nedenle de olaylar üzerindeki hakimiyetini yitirmesine yol açıyor.

Yitirdiği hakimiyeti nedeniyle yaptığı hatalar da karşı tarafın eline koz veriyor ve böylece terazinin kefelere dengeleniyor. Dışa yansıttığı demirden iradesi var fakat demirin de bir erime noktası var illa ki. O irade eridikçe altından çıkan çocukluk travmaları, aile hikayesi karakteri daha da zenginleştiriyor ve saf takıntılı aşık kategorisinden çıkartıyor. Böylece de hem oyunculuk açısından hem de karakter açısından seyir zevki yüksek bir hikaye doğuyor.



"Kemal Aile" castını çok beğeniyorum. Genellikle Türk dizilerinde aileler birbirine benzeyen oyunculardan kurulmaz. Ama burada Tarık babasına, Tarık ile Kemal birbirine, Zeynep annesine o kadar benziyor ki gerçek aile olsalar bu kadar olur. Bir tek Burak Özçivit’in fazlasıyla şekillendirilmiş kaşları bu benzerliği bozuyor. Ama tabii castı beğenmiş olmam ailenin her üyesini de sevdiğim anlamına gelmiyor. Özellikle “esas oğlanın intikam uğruna kullanılacak küçük kardeşi” kontenjanından hayatını sürdüren Zeynep’i gerçekten sevemiyorum.

Gözü yükseklerde olan genç bir kız, elbette hatalar yapacak ki çatışma olsun. Ancak gözünün bu kadar kör, kulağının bu denli sağır olması bazen rahatsız edici seviyelere ulaşıyor. Yaşı daha büyük olmasına rağmen ağabeyi Tarık da en az onun kadar hataların peşinden koşmayı seviyor. Ama onun motivasyonunu daha ikna edici buluyorum. Okumuş kardeşi kayırılan, devamlı “ el altında” olması sebebiyle kıymeti pek bilinmeyen ve bu nedenle kale alınmayan bir evlat olarak dikkat çekecek hareketler yapmasını, onaylamasam da mantıklı bir temele dayandırabiliyorum. Bu açıdan Zeynep bana ne kadar eksik geliyorsa Tarık da o kadar gerçekçi geliyor.



Nihan, kardeşi uğruna feda ettiği hayatını kurtarmak adına beş yıl boyunca hiç harekete geçmemiş. Belki kardeşim olmadığı için “kardeş uğruna yapılan fedakarlık” mevzusundan yeterince etkilenmemiştim. Bu yüzden de tüm dizginlerin Emir’in elinde olmasına, Nihan’ın kendi hayatı için çırpınmamasına sinir oluyordum. İlk bölümlerde en fazla laf sokup aile içinde memnuniyetsizliğini vurguluyordu o kadar. Ancak Kemal’in gelişi ve daha da önemlisi onun bu evliliğin bir mecburiyet olduğuna ikna oluşu ile Nihan da kendi hayatı için doğan umut ışığına ister istemez tutundu.

Kemal’in varlığının yarattığı çıkış umudunun etkisiyle,  elinde “yokluğu” dışında hiçbir koz olmamasına rağmen, Emir’in karşısında daha dik duran, sadece laf sokmakla kalmayıp tehdit eden ve aksiyona geçen Nihan’ı sevdim. Kemal’i ve ailesini korumak için elindeki bu çıkış kartını kullanmak istemiyor, direnmeye çalışıyor. İşte bu çabası ve çırpınışları da ilk defa yüreğimin bir köşesine dokundu.



Sevgiden yana şansım olmadı
Kötüden başka dostum olmadı
Sen de yoksun, bilmiyorsun
Halim kalmadı*

Nihan’ın “aşkının imkansızlığına” çok ikna olmamış olsam da başından beri Kemal’e daha mesafeliydim. Gençliğinin etkisiyle Nihan’ın ayrılık bahanesini kabullenmiş olmasını anlayabiliyordum ama İstanbul’a geldiğinde Nihan’a gösterdiği soğuk tavra, birileri aklına sokana kadar zihninde hiçbir soru işareti barındırmamasına da anlam veremiyordum. Bu bölümde Nihan’ı kendisine sırlarını açıklayacak kadar güvenmemekle suçlarken daha en baştan Nihan’ın aşkına güven duymayan, ağlayarak sunduğu ayrılık bahanelerine kanan da bizzat kendisiydi halbuki. Ayrıca nedir bu esas oğlanların gelip illa da güven mevzusuna dayanmaları kuzum?(bir diğer örnek için bkz; Ömer İplikçi) Üstelik de kendileriyle çelişkiye düşe düşe…

Bölümün son sahnesindeki Nihan-Kemal denklemi güzel kurulmuş ve güzel oynanmıştı, bölümün en keyif aldığım ve bir o kadar da hüzünlendiğim sahnesiydi. İmkansızlık nedenleri hala ikna edebilmiş değil beni. İki insan birbirini sevmiyorsa, birinden birinin kalbi öteki için çarpmıyorsa esas imkansız aşk odur; genellikle platonik diye adlandırdığımız. Ama yine de Nihan’ın, aşkını öne sürerek Kemal’i durdurmaya çalışması, sevilme umudunu yitirme pahasına kardeşini korumaya çalışması üzdü beni. “Beni seviyor musun?” diye bile soramadı korkudan, “Gelecek misin?” diyebildi. Kemal’in bıçaklanmasıyla “Eyyvah şimdi gidemeyecek ve Nihan da sevilmediğini zannedecek.” diye telaşa düştüysem o sahne benim açımdan olmuş demektir. Nihan’a verilebilecek en güzel yeni yıl hediyesiydi sanırım aradan geçen yıllara rağmen hala sevildiğini hissettirmek. Bunun karşılığında ise Nihan’ın elinden, Kemal’e, en güzel anlarının başrol oyuncusu olduğunu, onca şatafata ve zenginliğe rağmen basit bir kahvede el ele içilen çayın tadını yıllar boyunca başka hiçbir şeyde bulamadığını itiraf etmekten başka bir şey gelmiyor.

Şimdi haftaya kadar bekle dur bakalım dağ başında yıkılmış Kemal’i kimler bulacak da hem kan kaybından hem donmaktan kurtaracak? Kemaaal, kalk çocuğum yerine yat!

*Kara Sevda: Sözleri Fikret Şeneş'e ait 1976 yapımı şarkıdan
 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER