Güneşin Kızları: Elveda uzaydaki mavi gözlü çocuk
02 Aralık 2015
Nerde kalmıştık? "Bu Ali bizim tanıdığımız Ali mi" sorusuna cevap ararken en son şu cümleyi yazmışım...”Umalım da Ali kıskançlık ateşini körüklerken Selin’den gelecek karşı hamlelere hazırlamış olsun o iki haftada kendini” Şimdi AlSelciler çırpınırken, Ali Mertoğlu’nda eski Ali’nin izlerini bulmak için nasıl bu noktaya geldik, nasıl oldu da uzaydaki mavi gözlü çocuk dünyaya çakıldı, bunun cevaplarını arıyoruz hep birlikte...
Çok güzel uyuyordun, kıyamadım uyandırmaya...
Evet, Selin Ali’yi annesinin evinde arayıp Sevilay’ın yüzüne karşı bile Ali için Ali’yi savunurken Ali, Elif’in evinde mışıl mışıl uyuyordu. Malesef ki biz onun oraya nasıl ve niye geldiğini hiçbir zaman net olarak bilemeyeceğiz. Bizim bildiğimiz Ali çok kafası bozulduğunda arabasında sabahlıyordu çünkü. Öyle zor biten bir aile yemeğinden sonra kafası karışmışken Selin’e gitmemesi kalbimizi ziyadesiyle kırdı. Hadi empati yapalım, Ali’nin Selin’e gitmesi için Mertoğlu Konağı'na gitmesi gerekiyordu ama orada kendini ait hissetmediği yeni bir aile yaşıyordu; babası, Güneş ve kızları. Annesinin sözleri kulaklarında çınlıyordu belki “Seni sevmek bana acı veriyor”, yine içimizdeki en naif duygularla düşünelim. Selin’e "benimle ol" dediği zaman elini tutmadığı, onunla beraber olmanın getireceği acılardan korktuğu için tarafsız bölgeye atmıştı kendini. Ama genel hissiyatımız malesef hala bizim tanıdığımız Ali Mertoğlu o gece oraya gitmez yönünde. Elif'le ne konuştu, nasıl ve neden uyuyakaldı göremediğimizden olacak bu boşluk an be an büyüyerek devam edecek gibi.
Beni öyle bir kıskanacaksın ki, ağlaya ağlaya gelip itiraf edeceksin...
Çünkü Ali Selin’i öyle kıskanmıştı ama bir kez bile itiraf etmedi. Sarhoş olup da “Öpemezsin” dediği zamanı saymazsak. Ali’nin deyimiyle “içine ağlamanın” kitabını yazmıştı Emre ve Selin’i izlerken ama son raddede bile Selin Emre’ye geri dönse kabullenecekti sanki itiraf etmemek için. Halbuki, biz Ali’yi Selin’i anlatmadan anlar halleriyle tanımıştık. O kadar ki gözlerine bakınca “Bir şey olmuş?” derdi bizim Ali. O gözlerdi zaten onun gitmesine izin vermeyen. İşte o sebepten Ali, Selin’in gözlerine bakınca anlamalıydı olayın kıskançlıktan çok farklı bir boyutta olduğunu. Selin’i parçalayan şey yaralarına sarıldığı çocuğun yeni yaralarına başkasının sarılmış olma ihtimaliydi. "İki gündür tanıdığın kıza sığındın” dedi. Selin "ben kıskanıyorum" diye pankartla gezse bütün gün bundan daha çok anlatamazdı kıskandığını ama Ali anlamadı, anlamak istemedi belki de. Ali de bu sığınmayı inkar edecek bir şey yapmayınca hep bildiğimiz o inatlaşma hali geri döndü ama malesef bu sefer ne bize mutluluk verecekti ne de kendilerine. Çünkü Selin’in zayıf noktasını bulmuştu Ali ve sonuna kadar, Selin aşka teslim olana kadar buradan yürüyecekti ne kadar zarar vereceğini hesaba katmadan.
Aşk cesaret işidir...Sen daha aşkın ne olduğunu bilmiyorsun...
Selin ölesiye korkarken Haluk’tan Nazlı, annesi, kendisi ve en çok da Ali için, Ali Savaş ve Nazlı aşkını kendine siper alarak çarpıştı Selin'le var gücüyle. Sanki Savaş ve Nazlı bu sınavı geçebilse onlar da geçmiş sayılacaktı. Önlerindeki büyük engelleri Savaş ve Nazlı’ya yıktırmaya çalışıp döküntüler arasından Selin'le çıkmayı planlıyordu muhtemelen. Çünkü bizim tanıdığımız Ali babasından korkardı, babası yüzünden başkası zarar görecek diye daha da çok korkardı. Eve gelip de babasını annesinin boğazını sıkarken bulduğunda Selin’e “Bana neler yaptığını biliyorsun, anneme neler yapar hiç düşünmedin mi?” diye soruşu çok da uzak değildi daha. O yüzden mantık sınırından çıkarken Savaş ve Nazlı’ya desteği ve Selin bu dörtlü arasında tek frene basan kişi haline gelirken dış destekli bir büyük yalnızlaştırma operasyonunun da tam ortasında kalmıştı. Tabii bir büyük haksızlığı daha belirtmeden geçemeyeceğim Ali adını dalgalara haykırmış Selin’e “Sen daha aşkın ne olduğunu bilmiyorsun” dediğinde bize de büyük bir darbe indirdi. Çünkü biz Selin’in itirafıyla özgürleşmiştik esasında, dalgalara adını haykırdığı anda Ali ile birlikte hepimize nefeslerimiz tutturan, Emre’nin yanında Ali’nin gözünün içine baka baka aşkını yine anlatmaktan çekinmeyen koza gözlü kızın aşkı bile sorgulanıyorsa biz neydik ki?
Ben de mutlu bir şekilde dans etmek isterdim...
Burada artık Selin’in geri adım atmamasından dolayı Ali çığrından çıktı. Bunu sağlamak için Elif'le gereğinden fazla ileri gittiğini fark etmedi ya da etti umrunda olmadı bilmiyoruz. Selin’in Elif ile hissiyatının doğru olduğunu biz biliyorduk, ama bilmesek de bu kadar ısrarla söylenince bir acaba mı diye sorgulardık kendimizi. Ali buna hiç gerek duymadı. Selin’i Nazlı’nın da indirgediği o kıskanç maymun seviyesinde tutmak işine geldi. Aşkını itiraf ettiği gibi Ali’yi kıskandığını da, onunla beraber olmak istediğini haykırması için hepimizin içini yakan hamleler yaptı. "Benim yerime sana eşlik etmeye meraklı biri var nasıl olsa Ali” derken Selin, Ali’nin de protesto alkışlarına maruz kalıyordu. Ali taktiklerinin geri tepmesinin yarattığı hayal kırıklığıyla daha kırıcı olmaya başladı ve ateşi dur durak bilmedi körükledi.
Belki de benim kadar sevmedi. Ben kapattım konuyu...
Geldik Selin’i kıskandırma isteğinin Elif de fena olmaz mı acaba sorgulamasına dönüştüğü o ana. Nazlı’nın bir türlü anlayamadığı AlSel fırtınasını şıp diye anlayıp Ali’ye yansıtan Elif’i bir kenara bırakıyoruz, çünkü kendisi konumuz değil. Ama Ali’nin “Sence nefret etmeli mi?” sorusunu unutmak zor. Yani Selin’e karşı hiçbir zaman bu kadar direkt olamadığını düşünürsek böyle çanak bir soruyu Ali sormaz diye düşünmemizi de anlarsınız. Ama asıl toprağı Selin'le olan durumunu bir çırpıda Elif’e anlatınca attık bildiğimiz Ali Mertoğlu’nun üzerine. Aşkı bilmediği, cesaretsiz olduğu yüzüne karşı söylenmesi, başkalarının yanında “Sen bir sus bakalım” diye hizaya çekilmesi yetmemiş gibi bir de sevdiği adamın konuyu kapatıp kapatmadığı gözlerinin önünde test edilince taş olsa orta yerinden çatlardı zaten. Ali testi kanaat notuyla geçince kendini son anda geri çekerek ve zordan da olsa “Bu doğru değil” diyerek ayırınca nefesini Elif'ten bize de içimize ağlamak düşüyordu, çünkü Selin’in aşkı bu şekilde, bu seviye sınanmayı haketmemişti. O sebeptedir ki Ali’nin gözleri Selin'le buluşunca bir anlığına da olsa çok ileriye gittiğine dair bir ifade oluştu yüzünde, ama adımlarını hızlandırma ihtiyacı hissetmeden Selin’in peşinden gitmesi oyunun daha bitmediğinin de göstergesiydi sanki.
Eşekler gibi kıskanıyorum seni!
Zaten Selin’in normal boyutta bir kıskanma yaşamayacağını biliyorduk. Ama Ali’nin böyle bir itiraftan sonra “Buna alışmamız lazım, biz Savaş ve Nazlı gibi değiliz, sahip çıkmıyoruz” demesi bıçağı sokup bir de çevirmesi gibi oldu. Çünkü biz zaten AlSel’in kimse gibi olmamasını sevmiştik, onların kendi içindeki önce karakterlerinden sonra anne babalarından doğan imkansızlıklarıyla başa çıkıp, ateşler içinde önce kendilerini sonra birbirlerini yakıp sonra da yine beraberce sönmelerini sevmiştik. Ali çılgınca peşinden koştuğu itirafı soğuk bir alışmalıyız ile karşılaşınca hepimizin içinde aynı sınamadan Ali de geçsin görsün bakalım alışmak nasıl oluyormuş hissi doğdu ve malesef bildiğimiz Ali’den bir parça daha koptu gitti uzay boşluğunda.