Polisin, Ünal Kaplan'ın gümrükteki
mallarına baskın sahnesiyle bölüme başlıyoruz. Böyle
baskın sahneleri genel olarak emir komuta dialoglarıyla kargaşalı
geçerken tüm dizilerden ezberlediğimiz bu konuşmaları duymamak
hoşuma gitti; ama burada keşke müziğin etki gücünü
hissedebilseydim diye de düşünmedim değil.
Yabancı silah tüccarları bu sporu yapar da Ünal yapamaz mı? İstihbaratçı Nevzat üstünde dinleme
cihazıyla, silah tüccarı Ünal Kaplan'la konuşmaya geliyor. İyi
hoş da şimdi benim anlamadığım, bu silah tüccarı her şeyi
biliyor ama bunu engelleyecek sistemi bilmiyor mu da kayıt altına
alınabiliyor? Bu biraz şaşırttı beni. Çakır'ı evden çıkarken görüp
sonra birden karakolda bulunca İstihbarattan Nevzat da “Hızır
Çakırbeyoğlu 'Tamam!' dediğinde indiriyoruz Ünal'ı." deyince,
giriş sahnesinde de ailesi dışında pek bir bilgi edinemeyince ve
karakola
da nasıl geldiğini göremeyince valla ne yalan söyleyeyim "Bu Çakır silah tüccarı değil miydi, yoksa gizli kimlik mi, şu mu, bu mu?" diye
düşünmedim değil. Hani meğerse daha adamla görüşmeden, tanışmadan plan
kurmuşlar bu biraz kör kuyuya taş atmak olmuyor mu? Nevzat'a biçilen bu hareketler bana Reaksiyon dizisinde oynadığı
savcı rolünü hatırlattı.

Kadın koalisyonu kurulmuş, Çakır'ın kuyusu kazılıyor.
Yer altı dünyasının koalisyonu, raconu olur da evdeki hanımların olmaz
mı? Doğru işlenirse hem de en güzelinden olur -ki Çakır'ın annesi Hayriye,
eşi Meryem, kardeşleri Hatice-Ayşen ve Mübeccel'in koalisyonu yeri
yerinden oynatacak cinsten. Açık yüreklilikle şunu söyleyebilirim ki şu an için en favori karakterim; alışagelmiş, oğlunu kayırıp gelini susturan kaynana karakterinin dışına çıkan ve ailesinin katharsisi - duygusal gerilimi ve kaygıyı rahatlatan - karakter olan, Çakır'ın annesi Hayriye.

Oğluma, eşine sevgilisini vurma aklını benim dediğimi fark ettirmeden bir ayar çekeyim.
Ünal Kaplan istihbarattan Nevzat'ın kendisini ziyaret etmesinin ardından - neden ziyaret etti onu çözemedim ya, neyse - herkesi toplantıya çağırdı. Misafirleri daha bardaktan bir damla su almadan başladı mı elinde çatalla tavşan hikayesini anlatmaya? Masalın sonunda birinin kellesinin gideceği belli belli olmasına da hikaye uzayıp malum olan olay geciktikçe ne yalan söyleyeyim, içim bir şişti ya, o masada ben otursam herhalde dayanamayıp silahı çeker; ya Ünal'ı ya da kendimi vururdum. Keşke her karakterde o kadar ağır bir hava olmasaydı. Hayır yani mafya babası olmanın ilk şartı soğuk, ağır ve tabii ki de siyah takım giymek midir? Ne bileyim daha deli dolu karakterler olsalardı belki eski karakterleri gözümün önüne gelmezdi.
Büyüklerin masal saatine hoş geldiniz. Bir ayı varmış, hikayede ölmüş.
Ünal Kaplan yemek masasında iş yaptığı adamlardan birinin kafasını patlattı mı, patlattı ama titiz adammış vesselam. Ne üzerine ne eline ne de masaya bir damla kan geldi. Yerine kardeşini oturttu da bu titizliği sayesinde en azından kanının üzerine oturtmadı.
Ünsal silah tüccarı olabilir ama çok titiz adam tek kan damlasını bulaştırmıyor.
Vay be, "yalan dünya" lafı gerçekten doğruymuş! İçeride ağabeyin kafası
patlatılıyor; dışarıda bekleyen kardeşinin önüne sanki bir insan, bir
kardeş değil de çöpmüş gibi bırakılıyor. Kardeş iki gözyaşı döküyor ama
sonrasında gidip ağabeyinin katilinin önünde el pençe divan durup eli
öpülüyor. Bunlar yetmiyormuş gibi ağabeyin yerine, kanının üzerine oturulup
yemek yeniliyor. Nasıl bir vicdandır, nasıl bir midedir, hiç mi kalp
ağrımaz?

Cenaze konvoyunun böylesi...
Ünal'ın bir sağ kolu var ki... Dost başına mı, düşman başına mı desem şu an için bilemiyorum ama Ünal her ne kadar hükmedici tip gibi görünse de Ünal dahil, herkesin iplerini fark ettirmeden elinde tutan Özer, yeri geldiğinde hem mikser gibi ortalığı karıştırıyor hem de mendilini çıkarıp gözyaşlarını silen bir karakter. Rengi çok belli olmayan karakterleri severim ama keşke giyimiyle kuşamıyla daha bir ilginç olsaydı. Mesela herkes gibi gömlek - kravat yerine hakim yaka bir gömlek - ceket stili edinse, sakalları keskin bir tıraş olsa daha bir güzel olurdu.