Matt Groening
olmak çok zor iş. Düşünsenize, Amerikan komedisini ve animasyon sektörünü
kökünden değiştiren, 29 yıldır büyük bir başarıyla devam eden The Simpsons gibi bir iş yapmışsınız.
Üzerine Futurama gibi bir kült iş
eklemişsiniz. Yeni bir şey yapmaya kalktığımda kendi adımın altında ezileceğim
diye korkudan yerimden kıpırdayamazdım herhalde. Ama Groening kıpırdamış ve 10
bölümlük ilk sezonu 17 Ağustos’ta Netflix’te yayına girecek Disenchantment’ı yaratmış.
Adından da tahmin
edilebileceği gibi bu sefer fantastik bir animasyonla karşı karşıyayız. Orta
çağda bir krallık olan Dreamland’in asi prensesi Bean, elf arkadaşı Elfo ve
iblis Luci’nin maceralarını anlatan dizi; masal diyarı klişelerini alıp bir bir
ters yüz ediyor. Evlenmek istemeyen prenses, sürekli mutlu olmak
zorunluluğundan sıkılan bir elf, bencil bir kral, tahtı ele geçirmek isteyen
kötüler, troller, deniz kızları ve niceleri… Hepsi tanıdık simalar ama farklı
şekillerde karşımızdalar. Esas üçlümüze alışmak için biraz zaman tanırsanız,
eğlenceli bir izlence sunduğunu söyleyebilirim. Ancak bu kadar iyi animasyonun
yayında olduğu bir dönemde kendi kitlesini yaratıp çok konuşulacak kadar
başarılı olduğunu düşünmüyorum.
Bu bir Netflix
animasyonu olduğu için elbette ki Groening’in diğer işlerine nazaran biraz daha
“yetişkin” bir içeriğe sahip. Ancak ulusal kanal dizisi Family Guy’ın cesaretine, Rick
and Morty’nin yenilikçiliğine, Bob’s
Burgers’ın amansız komikliğine ya da
South Park’ın katıksız edepsizliğine
erişebildiğini söylemek güç. İçinde bulunduğu platformun nimetlerinden de
yararlanmış, tuzaklarına da düşmüş. Artık biz söylemekten yıldık ama yapacak
bir şey yok, yinelemek lazım: bölümler haddinden fazla uzun. Netflix’te asıl
amaç seyircinin üst üste bölümleri eritip başka içeriğe geçmesi olduğundan
birkaç yıldır The Simpsons’a zarar
verdiğini düşündüğüm skeç yapısı, Disenchantment’ta
yerini daha süregelen bir hikayeciliğe ve hatta sürprizli bölüm finallerine
bırakmış. Bu durum bir sonraki bölümü de izleyivermenize yol açıyor doğrusu.
Seslendirme
kadrosunda son dönemlerin parlak komedyenleri Abbi Jacobson, Eric Andre ve Nat
Faxon’ı görüyoruz. Özellikle Broad City’deki
performansıyla çok sevdiğim Jacobson’ın Prenses Bean rolünde de döktürdüğünü söylemeliyim.
Karaktere sesiyle çok şey katmış ve Disenchantment’ı
yukarı taşımış. Nat Faxon ise fazla mıy mıy ve mızmız performansıyla (evet, bir
eleştirmen olarak bu sıfatları da kullanabilirim) beni rahatsız etti. Daima
mutlu hayatından sıkılan ve kötü şeyler de yaşamak isteyen bir karakterden çok
daha ilginç bir sonuç çıkarılabilirdi.
Klasik Groening
karakterlerine benzeyen çizimler, yer yer 3D animasyonla kurulmuş bir dünya ve
çeşit çeşit yaratıklar görsel olarak diziyi çekici kılıyor. Yetişkin esprileri
anlamadan geçecek çocuklar da, biraz grafik şiddete karşı değilseniz, başına
oturup bu renkli dünyayla eğlenceli vakit geçirebilirler. Ama asıl hedef
kitlesi çizgi filmlerle büyümüş, nice yetişkin animasyonu dev markalara ve
milyon dolarlara çevirmiş bizleriz. Ancak Disenchantment bu noktalara
gelecekse, çok büyük ihtimalle gelecek ikinci sezonunda çok daha modern bir
bakış açısı yakalamalı ve eski kafalı mizah anlayışıyla güvenli sularda
yüzmektense çok daha büyük oynamalı. Yine de, ileride erişebileceği
potansiyelin hatırına, ilk sezona bir şans verilebileceğini düşünüyorum.