Kara Yazı: Kara yazılarını kaderi yapmayanların öyküsü

Her şey değişir…
Cansu Mimaroğlu

“Her şey değişir.” dedi Yaren Öğretmen. Evet değişir; kağıt küle döner, ekmek küflenir, elma bozulur, yazı kararır… Bazen bir günde olur, bazen bir haftada, bazen de bir yılda. Ama hep en beklenmedik anda, hep ummazken gelir başımıza.

Bir anda değişen hayatları anlatan Kara Yazı’nın ana konusu bana göre abisi Karadayı’nın ayak izlerinden gidilerek oluşturulmuş; işlenen bir cinayet, bu cinayetin masum birinin üstüne atılması, adaleti yanıltmaya çalışan zengin ve güçlü tayfa ile suçlanan aile bireyini kurtarmaya çalışan fakir ama inançlı esas karakter. Bir de aynı binayı adliye olarak kullanmışlar. Bunları yargılamak veya suçlamak için söylemiyorum, zaten ikisinin de “anneleri” aynı kişiler. Kaldı ki Karadayı da çok sevdiğim bir işti. Zeka dolu dedektiflik maceraları, güzel aşk hikayeleriyle süslendiği zaman izlemesi cidden keyifli oluyor.

Ah bir de akıcı olsalar… Etkileyici bir saç kesme sahnesiyle başlayıp, küçük kızın isyanı ve ablasının onu sakinleştirmeye çalışırken yüreğinde kopan fırtınaları ile beni oldukça duygulandırdılar. Ama sonrasında nedense bir yavaş ilerledi. Türün ağır dram olmasından mıdır, bölüm süresinin uzunluğundan mıdır, kurgudan mıdır ben bilmem. Bir izlerken hissettiğim sıkılma hissini bilirim. Tabii bir de bu cinayet konusunda kafama yatmayan pek çok husus var. İşin hukuki ve cezai boyutunu sorgulamayı bıraktım zaten artık. Diziler hukuku, tüm hukuk dallarının üstünde bir branştır, nokta! Cinayet mevzusuyla ilgili olarak da, kızın kaçırılışı ve Mehmet Karahan’la ortağının olaya tanık oluşundan cinayet anına kadar kafamda bir sürü soru işareti var. Ama bu mevzunun altının bu kadar boş olmadığını, o boşlukların flashbacklerle ve kurulmuş çeşitli kumpaslarla doldurulacağına inanıyorum. Dolayısıyla “Bu niye böyle oldu, o neden şöyle yapmadı?” diyerek mantık hatası avına çıkmayacağım. Benim aklıma gelen sorular, hikayeyi kuranların da aklına gelmiştir illa ki ve cevapları da hazırdır.

İlk bölüm itibariyle beni karakterine en çok inandıran oyuncu Emre Kınay oldu. Bence bunun nedeni de altı en dolu karakterin onun oynadığı Halil karakteri olmasıydı. Adamın çocukluktan beri yetiştirilişi, bunun üstüne karısıyla yaşadıkları derken hayata bakış açısı ve çocuklarına tavrı son derece tutarlıydı. Emre Kınay da sanki karakteri ve onu bu hale getiren nedenleri kana kana içmiş, özümsemiş gibiydi; beden diliyle, bakışıyla, duruşuyla namusu hayatının birinci erdemi sayan dar görüşlü babaya inandırdı beni. Karısı Esma da yerinde ve dozunda yazıldığında izlemesi çok keyifli, efsane bir karakter olur diye düşünüyorum. “Bu oyuncuyu nereden tanıyorum?” diye benim gibi aklına takılanlar için yaptığım Google araştırmasının sonucunu açıklıyorum; Leyla Kader İlhan’ı Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen “Fosforlu Cevriye” oyunundaki eğlenceli rolünden hatırlıyor olabilirsiniz.

Komedinin içinde dramı ve ince hüznü usul usul yansıtmasını sevdiğim Zeynep Çamcı’nın da Yaren karakterini sevdiğini hissettim ama henüz daha tam birbirlerine ısınamamış gibiler. Birbirlerini bu yolculukta tanıdıkça, daha çok kaynaşacaklarını, birbirlerine dört elle sarılacaklarını ve karakterin de ondan sonra daha da yükseleceğini düşünüyorum. Haluk Bilginer’i de daha çok izleyip, Oğuz Karahan’ın neden bu kadar sert ve sevgisiz olduğunu görmemiz gerek ki hikayenin diğer ucundaki bu baba karakterinin de altı, tıpkı Halil karakteri gibi, dolu dolu olsun.

Kara Yazı, klasik anne-çocuk dramlarına, sulu aşk hikayelerine veya şiddet güzellemelerine sırtını dayamadığı için Salı akşamı zirveyi kapatmış rakiplerinin arasında kendisine bir yer bulup reyting listesini değiştirebilmesini isterim. Üstelik kaliteli de bir yapım. Yolu açık, ömrü uzun olsun.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER