Kabullenmekle mücadele etmek arasındaki ince çizgi
Merve Yıldırım
"Yaşasın! Bugün günlerden Kara
Yazı." modunda değilim, Salı sabahı uyandığımda bu moda girmiş olacağımı da sanmıyorum. Fakat ortada
bir emek var ve kamerayı taşıyanından çayı getirenine kadar Kara Yazı'ya emek
veren set çalışanlarının gece gündüz demeden çalışmış olduğunu görmezden
gelemem. 47 haftadır konuk olduğum salıların artık eskisi gibi anlamlı gelmemesinin
sebebi de Kara Yazı değil. Kara Yazı sadece bir sonuç. İşte bu sebeple Kanal D'yi açtım bu akşam. İçimde burukluk var ama kader kısmet…
Haluk Bilginer’le Emre Kınay’ı karşılıklı izleyeceğimiz
günlerin geleceği düşüncesiyle daha da heyecanla beklediğim Kara Yazı;beni ne
havalara uçurdu, ne de yerlerde sürükledi. Uluçınar ve Karahan ailelerine
kısacık bir giriş yaptıktan sonra hikaye uzun bir süre durdu, sonra yeniden
yokuş aşağı sürüklenmeye başladı. Keşke en azından ilk bölümler 2,5 saat
uzunluğunda olmasa. Bölümün finalini Yaren ve Mehmet’in tanışmasıyla kurgulamak
ne kadar mantıklıysa, uzatma çabaları o kadar can sıkıcıydı. Zaten sanki ilk gösterimini festivallerde yapacak bir film çekilirmişçesine karakterler bakıştı, durdu.
Hikaye ağır, reji çok nadir sahneler dışında kasvetli, karakterler
dramatik derken sıkıntıdan saate baktım durdum. Halbuki ben ağır dramaları da,
karanlık sahneleri de, dramatik karakterleri de çok severim. Ama bir şeyler
eksikti işte.
Baş kahramanlarımızdan biri Yaren… Yaren’le son sahneye
kadar bir bağ kuramadım. Hatta bir cümle kurarak anlatabileceği dertlerini aralıksız olarak kurduğu birkaç cümleyle anlatması beni bunalttı. Zeynep Çamcı’nın
oyunculuğuna mesafeli biri olarak onu ilk defa Ushan Çakır’la yan yana
gördüğümde beğendim. Enerjileri ilk etapta tutmuş, zaman neler gösterecek göreceğiz. O ana kadar Zeynep Çamcı benim için yetersizdi. Ushan Çakır ise ilk sahnelerde bir tık fazla gelse de izledikçe ısındığım bir
karaktere bürünmüş. Mehmet’in iç dünyasını merak ettim. Hapse girmekten korkmayıp suçunu itiraf etmesine rağmen annesinin o hareketinden sonra neden kendini geri çekti, yaşananları kabullendi? Ve o anne, o aşamaya nasıl geldi?
Oğuz Karahan karakterini ilgiyle izleyeceğim, sevdiğim bir kötü
karakter tipi. Net bir şekilde klişe ama derinliğiyle tüm bu klişeleri alt üst etmeye göz kırpan. Umarım klişeleri alt üst ettiğini, şahsına münhasır özelliklerini de görürüz. Çünkü karakter bu haliyle yeni hiçbir şey sunmuyor. Halil Uluçınar’ı ise karşımda görsem bir kaşık suda
boğarım. Fakat karakterin alt metninin ne kadar dolu olduğu daha ilk andan göze
çarptığından, bir süre sessiz sakin izlemeyi tercih edeceğim. O bakışlarını iğneyle
kazdıkça altından çıkacak şeyleri de merak ediyorum. Durmaksızın dile getirdiği, vurguladığı 'namus' kavramları ise canımı yaktı, midem bulandı... Namus kavramına olan tutumuna baktığımda uç noktalarda oldukları aşikar Esma ile ilişkisine de dikkat kesildim.
Kara Yazı’nın gelecek bölümlerine dair en çok merak ettiğim
şeyse kuşkusuz ki Oğuz Karahan ve Mehmet Karahan arasındaki baba-oğul ilişkisi.
Baba-oğul hikayeleri izlemeyi severim fakat bu hikayenin gizli kahramanı bir
anne var ki, sanıyorum baba-oğul ilişkisinin dinamiklerine de büyük katkısı
olacak.
Kara Yazı’dan beklentim biraz daha hızlı akan bir hikaye ve
ferah bir reji… Bahar geliyor, hikayenin kasveti baharın enerjisiyle öyle bir
dengelenir ki; tadından yenmez bir hal alır. Misal bölümün açılışı ne kadar güzeldi. Neslihan Yeşilyurt'un anlatım dilini oturtacağına inancım tam ama bunun için uzun süre beklemek de istemem.
Bir de diyaloglarla ilgili bir sıkıntım var. Oğuz Karahan, monologla yürürken şaha kalkıyor, kabul; ama
Yaren gibi bir karaktere uzandığımızda ağzından çıkanlar biraz daha sadeleşsin istiyorum.
Yaren'in kardeşi için mücadele etmek istemesini ve bu sebeple şirkette işe başlama girişimini Yaren gibi bir karakter için fazla cesur buluyorum. Ama işte bu fazla cesaret halinden hoşlandım, karakterin açılma evresinde keyif alacağımı hissettim. Makyaj yapamamasına da bayıldım. Şans eseri mükemmel bir makyaj yapsa kurulmaya çalışılan inandırıcılığı yerle bir ederdi. Açıkçası şu noktada karakterlere delicesine inandığımı söyleyemem, inandıklarım da ağacı canlandırsalar ağaç olduklarına inandırırlardı zaten.
Oğuz Karahan’ın elinin her yere uzanması bir yana, işlenen
meselelerin hukuki dayanakları nedir bilemiyorum. Mantık hatası varsa da ben bu
konuda bilirkişi olmadığımdan dikkat kesilmedim. Fakat kız kardeş hapisten
nasıl çıkacak çok merak ediyorum. Bir de Yaren, ismini değiştirip girdiği iş yerinde sigorta işlemlerini nasıl halledecek? Sahte kimlik mi yaptıracak?
Emeği geçen herkesin emeklerine sağlık. Ben
gelecek hafta da misafiriniz olurum ama ilk bölümde karşılaştığım sıkıntılar birkaç bölüme çözülmezse çok beklediğim halde salı akşamları televizyonu açmaktansa başka şeyler yapmayı tercih ederim.