Damla Aktan
“Her şeye yeni baştan başlamak çok zor ama imkansız değil bu hayatta...”
İşte bu şarkıyla merhaba dedik diziye... Beni de ilk içine çeken ve sıcaklığını hissettiren bu şarkı oldu aslında...
Hayatın içinde pek çok an, en çok da bir şeyleri nasıl çözeceğimizi bilemediğimizde, ya da alışkanlıklarımız değişince hepimiz tek bir soru sorarız hayata: “Nasıl?”... TMC filmin yapımcılığını üstlendiği, Timuçin Esen, Şevval Sam, Murat Aygen, Alperen Duymaz, Toprak Sağlam, Dilan Çiçek Deniz ve Hilmicem İntepe'nin başrollerini paylaştığı Bodrum Masalı da, yıpranmış bir evin karşısında dört kişinin sorduğu bu soruyla başladı!
“Nasıl yaşayacağız biz burda?”
Sahi, hayatları boyunca paranın konforuna alışmış iki çocuk, nasıl yaşardı eski, tuvaleti kullanılmamaktan taşmış iki göz oda bir Bodrum evinde? Dizi flashbackle birkaç gün öncesine döndüğünde, hikayenin nasıl başladığını anlıyoruz. Aslında bütün suç babada...Murat Aygen’in canlandırdığı Evren, içindeki öfkeyi, sevgisizliği ve “hep daha fazla” hırsını sürekli dışarıya, en çok da kendi çocuklarına yansıtan, sıklıkla insanlara tepeden bakan, paranın tuzağına düşmüş bir karakter. Bunu, oğluyla ve diğer insanlarla olan diyaloglarında, henüz ilk bölümde bile görebildim.
Yıldız karakterine hayat veren Şevval Sam, anneliğin getirdiği tüm olgunluğa erişmiş ve bu ekrana çok güzel yansımış bence. Hep kendine özgü bir asil duruşu, ruhu olan bu özel kadının ses tonu hiç değişmemiş. Hep aynı içten, tutkulu ve bir o kadar samimi bir ekran yansıması vardı bence... Sadece, Süper Baba’daki genç Şevval Sam, yerini anne bir Şevval kimliğine bırakmış, o kadar... Yıldız, hayata hep “iyi pencereden” bakmayı seçen, lükse alışsa bile, o lüksü kaybettiğinde içindeki öfkeden önce ailesini birarada tutmayı ön plana koymaya çalışan ve bunun için gözyaşlarını yutan bir karakter. O kadar ki, oğlu Ateş babasına duyduğu öfkeyi dışarıya vururken şu sözleri sarf ediyor:
“O hırsından şikayet ettiğin adam sayesinde bu hayatı yaşadın. Üzülmesine üzül ama sızlanma. Hayatta olur böyle şeyler. Aileler de üstesinden gelir.”
Ateşin ona verdiği cevapsa bizi bir diğer boyuta çeker:
“Hangi aile anne?
Haklıdır, çünkü Yıldız henüz bilmese de, Evren’in Bodrumda uzun zamandır süren bir başka ilişkisi vardır ancak bir yandan da hala Yıldız üzerinde hakimiyet kurmak istemektedir. Bu aslında bugünkü Türkiye’de paranın gücüne sahip kesimdeki pek çok kişinin yaşayıp –sıklıkla rahat yaşamlarını bırakmak istemedikleri için- görmezden geldiği bir durumu ekrana yansıtmış. Yıldız’ın ilerleyen bölümlerde bu durumu öğrenirse ne tepki vereceğini birlikte göreceğiz ama Yıldız karakterine bu durumu kabullenecek bir senaryo hazırladıklarını pek sanmıyorum. Olayların gelişmesi açısından beklentim, bu durum açığa çıkarsa, Yıldız’ın kendi ayakları üzerinde duran bir kadın kimliğine dönüştürülmeye başlanması yönünde... Çünkü bu durum Faryalı ile olan eski aşklarına da ışık tutabilir!
Faryalı... Timuçin Esen, bu karakter için biçilmiş kaftan olmuş bence. Deli dolu, tutkulu ama bohem, “anısı büyük” bir aşka sahip bir karakter o. Yıldızla ilk karşılaşmalarında bile ekrana yansımış bu durum... Sahneler arasında anlıyoruz ki, Yıldız ve Faryalı arasındaki aşk, Evren’in Yıldız’ı kapmasıyla son bulmuş. Yıldız’ın hangi gerekçelerle Evren’i Faryalı’ya tercih ettiğini ilerleyen bölümlerde öğreneceğiz. Faryalı, Yıldız’ın babasından kalan Yıldızlı Oteli’nin yarı hissedarı ve bu otel pek çok şeye daha ev sahipliği yapacak gibi görünüyor çünkü Evren sevgilisi Gözde aracılığıyla şimdiden türlü dolap çevirip otelin yarısını tekrar Yıldız’ın üzerine geçirmiş. Yetinmemiş, bir de satmak istiyor! Murat Aygen bu rolle kendisini seven ama öfkeli bir hayran kitlesi edinebilir bence..
Ateş ve Su... Dört elementin ikisi onlar... Abi kardeş, birbirlerine ne kadar zırt giderlerse gitsinler, bir o kadar birbirlerine destekler, sahip çıkıyorlar. Zengin ya da fakir hiç fark etmez, ailenin ve zor zamanlarda bir olmanın gücüne en güzel örnek... Eve haciz geldiği sahnede Ateş ve Su’yun birlikteliği, Ateş’in Su’yu kontrol edişi bence çok güçlü bir sahneydi.
Ateş için “Hayaller New York, Londra iken gerçekler Bodrum” oldu. Babasının zannettiği teknede yaptığı parti sırasında, hem de aşık olduğu Alara’nın yanında bütün hayatlarının değiştiğini öğrenen Ateş, belki de Bodrum’a yerleştikten sonra ilk kez hayatla yüzleşip kendi gücünü keşfetmeye başladı. Sinirlendiğinde telefonu fırlatıp kırabilme lüksüne sahip Ateş, şimdi annesinin söylediği gibi “artık daha ekonomik sinirlenmek zorunda” ki telefonu atınca elinde kırılan bir cam parçası kalmasın.
Su ise, hayallerinin sesini bir keman akordunda bulan, naif, aşık, tutkulu bir genç kız. Kemanı Cenk’ten hediye de olsa, bence ilerleyen bölümlerde keman sesinin huzurunu Kelebek’le yeniden keşfe çıkması gerekecek. Bu arada annesi Yıldızla aralarında geçen diyalog da, tüm anne kız ilişkilerine en tatlı atıf olmuş bence:
“Eğer etrafında bir şeyler değiştiği için ondan ayrılabiliyorsan aşık değilsindir. Ayrılabiliyorsan sevmiyorsun demektir, seviyorsan ayrılamazsın.”
“Öf anne ya hep böyle yapıyorsun. Bir şey söylüyorsun, tam anlamıyorum ama doğru söylediğini biliyorum ama bununla ne yapıcağımı bilmiyorum.”
“Eh annelik makamı böyle bir yer işte su perisi...”
Bence Su, annesinin hayatla ilgili söylediği her şeyi, zamanla Kelebek’le keşfe çıkacak... Kelebek –ona neden böyle dendiğini de ilerleyen bölümlerde öğreneceğiz- adı gibi bir karakter. Ekmeğini taştan çıkaran, aynı anda birden fazla iş tutan ve okuyan, karakteri egosundan güçlü bir karakter. Ateş ve Su, ondan çok şey öğrenecek gibi duruyor. Aslı ise, masum hayalleri olan, o hayallerin ışığyla hayata tutunan, gelecek bölümlerde var olacağını tahmin ettiğim gücünü kalbindeki masumiyetten alacak bir karakter. Ateş’le karşılaşmalarında ekran karşısında kahkaha attım çünkü sanırım kimse bir ağacın dibine tuvaletini yaparken ilk kez gördüğü bir kız tarafından kafasına portakal yemek istemez. Benzer bir detay, Ateş ve Alara’nın birbirlerine yeniden kavuştukları ve Ateş’in “gururu bir kenara bırakıp esas olanın emek olduğunu fark ederek kendisi için ayağa kalktığı” sahnede de vardı. Diziyi sürükleyici kılan ve insanı içine çeken de böyle küçük detaylardı zaten.
Bu çok keyifli ve her biri birbirinden değerli ekip, yaz sonu başlayan bir Bodrum Masalı ile evlerimize konuk oldular. Alperen Duymaz, Toprak Sağlam, Dilan Çiçek Deniz ve Hilmicem İntepe yaşlarına göre başarılı oyunculuklar sergilemişler bence. Yapay değil, samimi duruyorlar ekranda. Dizinin, küçük detaylara ve renklerin belirginleştiği Bodrum sahnelerine biraz daha fazla önem verilirse çok daha başarılı olacağına inanmakla birlikte, şu anda da ilk bölüm için oldukça başarılı bir beklenti grafiği oluşturduğuna inanıyorum.
Bodrum Masalı orta sınıfı zengin sınıfla içiçe geçiren, hayatın içindeki tüm olasılıkları, her çıkışın bir inişi, her inişin bir çıkışı olduğunu insana insanla anlatan, aslında görünmeyen pek çok şeyi görünür kılan bir dizi olmuş. Çünkü gerçek olan bir şey varsa, Türkiye’de her üç-dört aileden biri –bu da umutlu olursam- bugün benzer süreçlerden geçiyor hayatın içinde. İster görmek isteyelim, ister reddedelim, hepimiz türlü sınavın içinden geçiyoruz. Senaryosunu Başar Başaran ve Emre Özdür’ün yazdığı, yönetmen kolduğunda Mehmet Ada Öztekin’in oturduğu Bodrum Masalı, pembe hayaller değil, toplumsal gerçekleri gözümüze sokan, gençlik aşklarını, dostlukları, hayatın mantıksal yanını harmanlayan bir dizi olmuş. Yolu, şansı, kaderi açık olsun! Çünkü: “Her şeye yeni baştan başlamak çok zor ama imkansız değil bu hayatta!”