Kendimi kaptırmış, dolu dizgin anekdotlar diyarında akarken (kafanız şişti değil mi kızlar?) neyse ki yemek molası oldu. Bulunduğumuz alan
kalabalıklaştı, ben de susmak zorunda kaldım. Ve kurgusal bir planmış
gibi tam da o anda bahçeden içeri (abartmıyorum) nazlı bir prenses gibi
süzülerek Elçin Sangu girdi.
Allah vergisi kızılın bu tonu yüzüne çok yakışıyor!
Kendini ne kadar normalize etse de, yaptığının 'iş' olduğunu bilerek
tevazu ile gezinse de bu genç kadını gördüğünüzde fark etmemek, kapıdan içeri girdiğinde dönüp bakmamak
neredeyse imkansız! Sinem Ülbeği'nin hazırladığı
Elçin Sangu Portresi'nde kilosu hakkında bilgi sahibi olmuştuk. İncecik ve minicik.. Şahane ve şehla.. Kaldı ki dünya tarihine adını yazmış bütün "seksi" kadınlar biz eskiler tarafından 'şehla' tabir edilen bu göz kusurunu haiz olanlardan çıkmıştır.
Elçin Sangu'nun sakınmadan gülümseyen yüzünün yanı sıra, hemen en sıcak yanını gösteren, çabucak güvenen, kapılarını aralayan ancak şahsına münhasır kuralları olduğunu da hissettiren bir yapısı var. En azından sohbetimiz böyle gelişti. Beyana itibar ederek koşulsuz güvenen, eğer aksi bir tavır ile karşılaşırsa da vereceği tepkiden değil onun sıcak dostluğunu kaybetmekten korkmanız gerekeceğini uslu usul ima eden örtülü bir korunma güdüsü var. Yeterince sıcak, yeterince mesafeli.. Olması gerektiği gibi..